23 Kasım 2010 Salı

Yedigöller-Gecenin Ardında



Şehirden kaçmak...Ne pahasına olursa olsun.
Şehir adı arkasına gizlenen kapitalizm ve emek sömürücülüğü, saklandığı albenili maskesinin ardında gözlerini bir an için kapadığında kendimizi Bolu yollarında bulmuştuk.
Sislerin ardında, bize kucak açan dağların arasında daha yükseğe ve daha yükseğe doğru ilerlerken adı ağza alınmayacak kelimelerin arasında idi maskenin sahibinin adı.

Yedigöller'e ulaşmak için 40 km lik toprak, stabilize karışımı yolda ilerlerken gece de bizimle birlikte ilerliyordu. Cep telefonları çekmiyordu. Hatta haftasonu boyunca çekmeyecekti ki benim için bir nimetti. Mucize idi.
Bir saattir yol alıyorduk. Tahminlerime göre 7 km kadar kalmıştı ki Mete ve Oktay, Mete'nin cipi ile yol kenarında durmuş, bizi karşılamaya gelmişlerdi.
Ateşi yakmak ve etleri pişirmek için 20 kişi beni bekliyordu. Gölevi'nin yanına aracı bırakıp eve girdiğimizde aslında çevremizin nasıl bir yer olduğu hakkında, karanlıktan ötürü bir bilgimiz bulunmuyordu.


Sabah erkenden kalktığımda gördüğüme inandım evet inandım ve dolaşmaya başladım masalın sayfalarında. Sonbahar, hüznünü teskin etmek isteyen güneşe inanmıştı. Göl durgundu. İnsanlar fotoğraf çekmek için türlü türlü şekillere giriyor ve herkes o karelere saygı için birbirini kolluyordu. Oysa zaten o düğmeye nasıl basarsanız basın doğa size çok güzel bir fotoğraf oluyordu.















Büyük renkli bir masada yaptığımız sabah kahvaltısının ardından, etraftaki diğer göllere de bakmak için gözlerimize yardım etti ayaklarımız. Ve medeniyetsizliğin ne kadar güzel olduğunu gösterdi bize göller, yapraklar, güneş, akan dereler...









Ne zaman koşsak ve gelsek yanına, hiç üzmedin sen bizi. Ama bir gün de vakit gelip dönmek zamanı geldiğinde, sakla bizi maskeli balolardan ey Doğa Ana...Gönderme geri...






28 Mayıs 2010 Cuma

Düş Tarlaları

Yağmur değdiğinde toprağa...ortalığı sarmalayan kokunun verdiği mutlulukla fark ettim ki; artık gerçekten Düş Tarlaları'nı kurmuşum.

Bir yanda domates, biber, salatalık, patlıcan, kabak, sarmısak fidelerim...
















diğer yanda adaçayı, biberiye, melisa, kekik, roka, kıvırcık, maydanoz, mercanköşkü ve lavantalarım...

Bu sene hiç erik almadık, bahçedeki yüce erik ağacı sayesinde..
Maydanoz ve dereotuna para vermedik...
Taze sarmısağı her hafta annemlere götürmeme ve komşuların yemesine rağmen eksikliğini çekmedik...
Kekik, biberiye ve adaçayı sıkıntımız yok...
Dut yolda...Ceviz büyümeye devam ediyor...İncir bu sene az olacak muhtemelen; budanan dallar yüzünden...

Yoldayız...Yürüyoruz...Sabırla ve Aşkla...

23 Mayıs 2010 Pazar

Ormanın Derinliklerinde


19 Mayıs 2010

Terkos'un doğu-batı-güney doğrultularında yaptığımız keşif gezilerinden sonra sıra ormanlarının derinliklerine gelmişti. 19 Mayıs 2010 günü Adalet, Sevil, Mahmut, Mehmet ve ben Celepköy mıntıkası kuzeybatı yönünden göle doğru inişe geçtik. Daha önce yaptığım ön keşif kışın olduğu için toprak örtüsüzdü. Bu yürüyüşte ise her yeri dikenli sarmaşıklar kaplamış. Yönü bulmak zor değil ama ilerleyecek yolu bulmak zaman alıyordu. Önümüzde daha yeni geçmiş bir domuz sürüsü olduğu bilmek de ayrı bir heyacandı. Zaman zaman sürünerek ve dahi bataklıklardan geçmek zorunda kaldık.

1,5 saat sonra göl kenarındaki düzlüğe inebildik. Sol tarafta iki kadın ellerindeki çapalar ile bir ritim tutturmuşlardı. Köpekler davulları çalıyordu, yabancılar topraklarına girmişti. Sağ tarafta oluşan gölcükler vardı. İki adam birşeyler arıyordu. Yanlarına gidip selamımızı verdik. Gölcüğe saatlerini düşürmüşler, onu arıyorlamış. Kazlar ve ördekler bir o yana bir bu yana salınıyordu.

Geniş bir u çizerek arabayı bıraktığımız ve başladığımız yere dönmek için birkaç soru sordum, kendimizi Deli Şaban'a yetişmek için ormanın derinliklerine dalarken buldum.

Deli Şaban buraya göç etmek zorunda kalan 60'lı yaşlarında bir delikanlı. Kızı küçük yaşta kocaya kaçmış, bir şekilde hapis yatmış, evi depremde yıkılmış. Tüm darbeleri aldıktan sonra kaçacak yer olarak buraya ablasının yanını bulmuş. Hayat ona yaşanacak onca acı vermiş ki...O da burada ayaklarını toprağa basarak acılarından kurtulmaya çalışıyor...




Ormanın içinde su kenarında bir kulübeye vardık. O yapmış; son sigarasını yakıp anlatmaya başladı. Domuz avlarmış, tanesini 50-100 tl den alırlarmış. Teknesi orada değilmiş olsa bizi Terkos'ta gezdirirmiş. Benim işim yok diyor..Bu dağlarda gezerim...

Karşı yani kuzey yönüne bakıyoruz. Çok derin bir orman. İçimde yanan keşif duygusu ile soruyorum, "geçiş tamamen yasak mı" diye? "Biz bazen gideriz" diyor, "jandarma içeri bırakmaz".

Birkaç zaman önce kum çeken gemiler yüzünden göl ile deniz birleşmiş, göl denize akmaya başlamış. Taş getirip dökmüşler açılan kanala..

Her köylü gibi o da define ararmış. Bize birkaç taşın üzerinde Yunanca yazı olduğunu söylüyor. Taşlara baktığımızda ise zamanla doğanın oynadığı oyunlar olduğunu görüyoruz.

Yol ayrımına geliyoruz. Tekrar görüşmek üzere vedalaşıyoruz. Biz başka bir patikadan göle doğru inmek üzere yürüyüşe geçiyoruz.



Göl kenarında geniş çayırlar var. Yer yer bataklık durumda. Hemen ileride de dik falezler oluşmuş durumda. Havada gri bulutlar dolaşıyor. Çayıra uzanıp sessizliği dinliyoruz, araya kuşlar giriyor.

Son etaba geçiyoruz. Önceki keşif gezilerime göre bulunduğumuz yerden güneye doğru çıkmamız gerekiyor. Yine derin ormana giriyoruz. Her tarafım kaşınıyor ve çizikler içinde. Kantaron yağından sürüyorum hemen. 1 saat sonra arabanın bulunduğu toprak yola çıkıyoruz.

Fazıl abiyi arayıp turnaları hazırlamasını söylüyorum. Doya doya balık ve salata yiyoruz göl kenarında.




Çayı unutmayıp Yazlık'ta ki kahvede demli mi demli çayları yudumluyoruz.

Akıllarda kalan Deli Şaban'ın sözü;

BENİM İŞİM BU DAĞLARDA GEZMEKTİR...

14 Mart 2010 Pazar

Terkos Batı Keşif 2

Terkos'a olan aşkımız devam ediyor.

14.03.2010 günü tekrardan Terkos'un bilinmeyenlerine yol aldık.

Hedefimiz gölün batı kısmının orman patikalarından göl sahiline inmek ve kuzey sahilini görmekti.

İlk kilometrelerde kışın yoğun yağmurlarının oluşturduğu çamurlarda zor anlar yaşadık. Ama ümit hep vardı.



Yoğun çamurdan sonra orman içi patikalardan cılız bir derenin aktığı vadiye vardık.


Vadiden sonraki tepeyi aştıktan sonra göl sahiline ulaşabildik. Bu sezon yağan yağmur suları bazı balıkçı kulubelerini suyun ortasında bırakmıştı. Ayrıca kuzey sahilinde kıyı oku gibi kalmış ağaçlarla kaplı kara parçasının arkasına gizlenmeye çalışan hırçın Karadeniz etkileyici idi.

Bu kadar yorgunluğun ardından odun ateşinde çay içmeyi ve sandviçlerimizi yemeyi haketmiştik.

Göl ve ada...

Göl karaya,

ada denize sıkışmıştır.

Mahpiuluta 2007


8 Mart 2010 Pazartesi

Kırmızı Lahana Güzellemesi

Kasım yağmurları ile birlikte ektiğim kırmızı lahana fideleri Ocak sonu olgunlaşıp kendini göstermeye başlamıştı.
Mart ile birlikte hala ortasında toparlanıp yuvarlak hale dönüşmediğinden ve mevsim artık bahara döndüğünden kaderinin ne olacağına erken bahar gecelerinin birinde karar verdim.
Bir kısmını söküp yerine maydanoz ve dereotu ektim. 5 kökü ise kaderlerine kendileri karar vermeleri için yerinde bıraktım.





Yaprakları bıçakla gövdeden ayırıp iyice yıkadım.



Küçük yaprak ve gövdeden salata,






Büyük yapraklardan ise dolma yaptık.




Şimdi söyle ey güzel lahana...
Salata mı olacaksın dolma mı?

21 Şubat 2010 Pazar

Terkos Keşif Gezileri











Bahar geldi.
İlk cemre düştü; havaya.
14.02.2010 günü Terkos doğu keşif gezisinin ardından,
21.02.2010 günü Terkos batı keşif gezisi tamamlandı.
4 kişinin katılımı ile gerçekleştirilen geziye,
Fazıl abinin özel soslu turna ve sazan balıkları ile başladık.
Odun ateşinde demlenmiş çay ve sucukla devam ettik.
Kah yağmur yağdı kah güneş açtı.

Geçmiş sevgililer günü adına;

Afrika'nın bin parçaya bölünmüş ülkelerini,
tek cumhuriyet yapmak gibi,
yüreğimin köşelerini, bucaklarını,
aşkının bayrağı altında topladım.

Başkenti sen,
dili sen, dini sen.

Mahpiuluta-2006