28 Mayıs 2010 Cuma

Düş Tarlaları

Yağmur değdiğinde toprağa...ortalığı sarmalayan kokunun verdiği mutlulukla fark ettim ki; artık gerçekten Düş Tarlaları'nı kurmuşum.

Bir yanda domates, biber, salatalık, patlıcan, kabak, sarmısak fidelerim...
















diğer yanda adaçayı, biberiye, melisa, kekik, roka, kıvırcık, maydanoz, mercanköşkü ve lavantalarım...

Bu sene hiç erik almadık, bahçedeki yüce erik ağacı sayesinde..
Maydanoz ve dereotuna para vermedik...
Taze sarmısağı her hafta annemlere götürmeme ve komşuların yemesine rağmen eksikliğini çekmedik...
Kekik, biberiye ve adaçayı sıkıntımız yok...
Dut yolda...Ceviz büyümeye devam ediyor...İncir bu sene az olacak muhtemelen; budanan dallar yüzünden...

Yoldayız...Yürüyoruz...Sabırla ve Aşkla...

23 Mayıs 2010 Pazar

Ormanın Derinliklerinde


19 Mayıs 2010

Terkos'un doğu-batı-güney doğrultularında yaptığımız keşif gezilerinden sonra sıra ormanlarının derinliklerine gelmişti. 19 Mayıs 2010 günü Adalet, Sevil, Mahmut, Mehmet ve ben Celepköy mıntıkası kuzeybatı yönünden göle doğru inişe geçtik. Daha önce yaptığım ön keşif kışın olduğu için toprak örtüsüzdü. Bu yürüyüşte ise her yeri dikenli sarmaşıklar kaplamış. Yönü bulmak zor değil ama ilerleyecek yolu bulmak zaman alıyordu. Önümüzde daha yeni geçmiş bir domuz sürüsü olduğu bilmek de ayrı bir heyacandı. Zaman zaman sürünerek ve dahi bataklıklardan geçmek zorunda kaldık.

1,5 saat sonra göl kenarındaki düzlüğe inebildik. Sol tarafta iki kadın ellerindeki çapalar ile bir ritim tutturmuşlardı. Köpekler davulları çalıyordu, yabancılar topraklarına girmişti. Sağ tarafta oluşan gölcükler vardı. İki adam birşeyler arıyordu. Yanlarına gidip selamımızı verdik. Gölcüğe saatlerini düşürmüşler, onu arıyorlamış. Kazlar ve ördekler bir o yana bir bu yana salınıyordu.

Geniş bir u çizerek arabayı bıraktığımız ve başladığımız yere dönmek için birkaç soru sordum, kendimizi Deli Şaban'a yetişmek için ormanın derinliklerine dalarken buldum.

Deli Şaban buraya göç etmek zorunda kalan 60'lı yaşlarında bir delikanlı. Kızı küçük yaşta kocaya kaçmış, bir şekilde hapis yatmış, evi depremde yıkılmış. Tüm darbeleri aldıktan sonra kaçacak yer olarak buraya ablasının yanını bulmuş. Hayat ona yaşanacak onca acı vermiş ki...O da burada ayaklarını toprağa basarak acılarından kurtulmaya çalışıyor...




Ormanın içinde su kenarında bir kulübeye vardık. O yapmış; son sigarasını yakıp anlatmaya başladı. Domuz avlarmış, tanesini 50-100 tl den alırlarmış. Teknesi orada değilmiş olsa bizi Terkos'ta gezdirirmiş. Benim işim yok diyor..Bu dağlarda gezerim...

Karşı yani kuzey yönüne bakıyoruz. Çok derin bir orman. İçimde yanan keşif duygusu ile soruyorum, "geçiş tamamen yasak mı" diye? "Biz bazen gideriz" diyor, "jandarma içeri bırakmaz".

Birkaç zaman önce kum çeken gemiler yüzünden göl ile deniz birleşmiş, göl denize akmaya başlamış. Taş getirip dökmüşler açılan kanala..

Her köylü gibi o da define ararmış. Bize birkaç taşın üzerinde Yunanca yazı olduğunu söylüyor. Taşlara baktığımızda ise zamanla doğanın oynadığı oyunlar olduğunu görüyoruz.

Yol ayrımına geliyoruz. Tekrar görüşmek üzere vedalaşıyoruz. Biz başka bir patikadan göle doğru inmek üzere yürüyüşe geçiyoruz.



Göl kenarında geniş çayırlar var. Yer yer bataklık durumda. Hemen ileride de dik falezler oluşmuş durumda. Havada gri bulutlar dolaşıyor. Çayıra uzanıp sessizliği dinliyoruz, araya kuşlar giriyor.

Son etaba geçiyoruz. Önceki keşif gezilerime göre bulunduğumuz yerden güneye doğru çıkmamız gerekiyor. Yine derin ormana giriyoruz. Her tarafım kaşınıyor ve çizikler içinde. Kantaron yağından sürüyorum hemen. 1 saat sonra arabanın bulunduğu toprak yola çıkıyoruz.

Fazıl abiyi arayıp turnaları hazırlamasını söylüyorum. Doya doya balık ve salata yiyoruz göl kenarında.




Çayı unutmayıp Yazlık'ta ki kahvede demli mi demli çayları yudumluyoruz.

Akıllarda kalan Deli Şaban'ın sözü;

BENİM İŞİM BU DAĞLARDA GEZMEKTİR...

14 Mart 2010 Pazar

Terkos Batı Keşif 2

Terkos'a olan aşkımız devam ediyor.

14.03.2010 günü tekrardan Terkos'un bilinmeyenlerine yol aldık.

Hedefimiz gölün batı kısmının orman patikalarından göl sahiline inmek ve kuzey sahilini görmekti.

İlk kilometrelerde kışın yoğun yağmurlarının oluşturduğu çamurlarda zor anlar yaşadık. Ama ümit hep vardı.



Yoğun çamurdan sonra orman içi patikalardan cılız bir derenin aktığı vadiye vardık.


Vadiden sonraki tepeyi aştıktan sonra göl sahiline ulaşabildik. Bu sezon yağan yağmur suları bazı balıkçı kulubelerini suyun ortasında bırakmıştı. Ayrıca kuzey sahilinde kıyı oku gibi kalmış ağaçlarla kaplı kara parçasının arkasına gizlenmeye çalışan hırçın Karadeniz etkileyici idi.

Bu kadar yorgunluğun ardından odun ateşinde çay içmeyi ve sandviçlerimizi yemeyi haketmiştik.

Göl ve ada...

Göl karaya,

ada denize sıkışmıştır.

Mahpiuluta 2007


8 Mart 2010 Pazartesi

Kırmızı Lahana Güzellemesi

Kasım yağmurları ile birlikte ektiğim kırmızı lahana fideleri Ocak sonu olgunlaşıp kendini göstermeye başlamıştı.
Mart ile birlikte hala ortasında toparlanıp yuvarlak hale dönüşmediğinden ve mevsim artık bahara döndüğünden kaderinin ne olacağına erken bahar gecelerinin birinde karar verdim.
Bir kısmını söküp yerine maydanoz ve dereotu ektim. 5 kökü ise kaderlerine kendileri karar vermeleri için yerinde bıraktım.





Yaprakları bıçakla gövdeden ayırıp iyice yıkadım.



Küçük yaprak ve gövdeden salata,






Büyük yapraklardan ise dolma yaptık.




Şimdi söyle ey güzel lahana...
Salata mı olacaksın dolma mı?

21 Şubat 2010 Pazar

Terkos Keşif Gezileri











Bahar geldi.
İlk cemre düştü; havaya.
14.02.2010 günü Terkos doğu keşif gezisinin ardından,
21.02.2010 günü Terkos batı keşif gezisi tamamlandı.
4 kişinin katılımı ile gerçekleştirilen geziye,
Fazıl abinin özel soslu turna ve sazan balıkları ile başladık.
Odun ateşinde demlenmiş çay ve sucukla devam ettik.
Kah yağmur yağdı kah güneş açtı.

Geçmiş sevgililer günü adına;

Afrika'nın bin parçaya bölünmüş ülkelerini,
tek cumhuriyet yapmak gibi,
yüreğimin köşelerini, bucaklarını,
aşkının bayrağı altında topladım.

Başkenti sen,
dili sen, dini sen.

Mahpiuluta-2006

17 Ekim 2009 Cumartesi

Keşiş ve Zeybeklerin Diyarı'ndan


Tam da zamanıdır.

İncir toplanmış, kurutulmuştur.

Çoban Endymion, Ay Tanrıçası Selene, Amazonlar, Zeybekler, Efeler...

Dağlardaki mağaralarında saklanan keşişler...

Hepsi de yeni mahsulü beklerken;

Kadim dostlar vasıtası ile mevsimin ilk kurutulmuş incirlerini,

Aydın Mazın Köy'den alıp getirdik.



Düşlerin sınırı olmasın diye...

Çünkü tam da zamanıdır düş kurmanın...

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Kutsal İncir

Kutsal kitaplarda adı geçen iki meyve vardır...

Zeytin ve incir...

Düş Tarlaları zeytinle haşır neşir olsa da incire daha dokunamamıştı.

Bir sonbahar yeli ile incir kokusu odanın içine dolunca,

bahçedeki siyah incire tırmanıp dikkatlice sepeti doldurdum.






Dikkatli diyorum çünkü bu kutsal
meyvenin bir çok efsanesi vardır;

*İncirden düşen iflah olmaz
*İncir ağacının altında birşey yetişmez.
*İncir sütü yara yapar.
*Ocağına incir ağacı dikmek...

Kazanın içine altın oranlarda şeker, su, limon koyup saatlerce kaynattım.

Ve kış boyunca yiyeceğimiz incir reçeli ve tatlısı tüm albenisi ile ortaya çıktı.


İster sabah kahvaltısında ekmek üstünde, ister kaymak, fıstıkla bir akşamüstünde....


Tüm kutsanmışlıklarımızla...

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Antik Roma'nın Peşinde...

İnsanoğlu daha çok para kazanmak adına kendine türev ürünler yaratma derdine bu kadar düşmese idi, şimdi biz de uzaklarda bir yerlerde sonbahar rüzgarları ile bir o yana bir bu yana sallanan bir incir ağacının altına uzanıp, doğanın mırıldandığı melodileri dinleyebilirdik. Herkesin basit ihtiyaç maddelerini ürettiği ve takas ettiği bir dünyada...


Düş tarlaları türevleri sadeleştirip en basite ulaşmak için yaptığı yolculukta deneyimlerini arttırıyor.




Yazın yolculuklarından birinde temin ettiğimiz sarı kantaron otlarını, çok iyi kalite zeytinyağı ile birleştirip, güneşte tam iki ay beklettik. Kantaron yağlarımız artık hazır.




Trekkinglerden tanıdığımız, bu maceralar sırasında oluşan yaralarımıza köylülerin sürdüğü bu mucizevi doğal ilaç yaraları inanılmaz bir hızda iyileştiriyordu. Yanıklara ve cilt güzelliğine de faydalı olan bu karışımın kökleri Antik Helen ve Roma medeniyetlerine kadar gidiyor.





Sağlıkla...










5 Nisan 2009 Pazar

Zeytin - Zeytinyağı - Zahter


Güneşe susamış toprakları, askerden gelen oğlunu kucaklar gibi sarmalarken güneş;

Öper ve hayat bağışlar ölü tohumlara...

Ve bu tohumlar bir cumartesi kahvaltısının renklerini oluşturacakları zamanı beklerken;

Yavaş yavaş gelen kervanın sahibini sorar hancı.

Düşler Tarlası cevabını alınca;

En güzel odayı ve şilteyi hazırlar.

Develere su ve ot getirilir.

Çünkü;
Bir an önce tadılması gereken lezzetler vardır yükünde...


Düş Tarlaları şimdi de Türkiye’nin en önemli oluşumlarından biri olan İmeceevi’nin ürünlerini sizlerle paylaşmaya başlıyor.
Kazdağları’nın Ege ile buluştuğu Küçükkuyu’daki bu ekolojik çiftliğin sınırlı sayıdaki ürünlerinin lezzeti damağınızda uzun süre unutulmayacak anılar bırakacak.

Hiçbir tarım ilacı, suni gübre kullanmadan yetişen zeytinler “dövmeden” toplanarak keten çuvallara koyulur ve geleneksel (antik) preste sıkılır. Bu kadim meyvelerin sırları şişelere dökülerek, tüketicisi ile buluşması için kapakları kapatılır.

Yine aynı zeytinler, cam kavanozlarda salamura edilerek beğeninize sunulur. Zeytinlerin bu salamura işleminde hiçbir katkı maddesi kullanılmadığı, renklerinin ve çekirdeklerinin kömür gibi olmamasından bellidir.

Ve yine Düş Tarlaları düşündü, düşündü ve zeytinyağı ve zeytine en çok yakışan baharat karışımını Ürdün topraklarından buldu getirdi. Yabani kekik ya da dağ kekiği denilen “zahter” i tatmanız ve keşfetmeniz için binlerce kilometre yol yaptırdı kervanlarına...Zahter ayrıca içinde bulunduğu karışıma da isim verir. Bu karışımın içinde bir çeşit dağ kekiği olan zahter ve özel baharat karışımı bulunur.

Ekmeğin zeytinyağına bandırılmasından sonra bu karışıma batırılarak yenilmesi bazı toplumlar için vazgeçilmez bir lezzettir...

Afiyet olsun...

29 Mart 2009 Pazar

Defne Sabunu - Zeytinyağı Sabunu - Ihlamur


Kışın ve ekonomik krizin tüm ağırlığını omuzlarımızda hissettiğimiz bir dönemi, baharın serin rüzgarları ile üzerimizden atmaya calışırken, Düş Tarlaları hepimize biraz yardımcı olmak ve üzerimizde biriken stresi atmamıza yarayacak yepyeni bir ürünü yine uzak diyarlardan getirdi.

Defne ağacının ilkbaharda açan sarı ve beyaz çiçekleri, sonradan zeytin tanesine benzeyen meyvelere dönüşür. Sonbaharda bu meyveler toplanarak su ile dolu kazanlarda odun ateşinde kaynatılır. Tahta teknelere aktarılarak soğumaya bırakılır. Soğuyan meyveler elle ovularak bulamaç haline getirilir. Kazanlara tekrar doldurularak yağ kesmeye başlayıncaya kadar kaynatılır ve soğumaya bırakılır. Yağ süzülerek kaplara doldurulur ve sabun haline getirilir. Ve bu işlemlerin hepsi el emeği ile yapılır.

Defne sabunu saç dökülmesine, kepeklenmeye, deri hastalıklarına iyi gelir. Cildi nemlendirir ve terapi etkisi gösterir. Müthiş güzel kokusu sizi bulunduğunuz yerden alıp Akdeniz’in kadim kentlerinden birine götürür. Yüzyıllık bir konağın avlusunda, sedir divana oturup, evin büyükannesinin yıllanmış yüreğinden kopup gelen bir türkü eşliğinde mavi göğe bakar bulursunuz kendinizi...

Üstelik bununla da kalmadık. Sizler için bir nevi arınma paketi hazırladık. Mudanya’nın zeytinyağı ve Antakya’nın meşhur defne sabunu ile yıkanırken, ıhlamurunuz ocağınız üzerinde kaynasın ki afiyetle içesiniz diye...


NOT: Dışarıda hava güneşli ve ağaçlar çiçek açmaya basladı. Keşfetmek için doğaya çıkma zamanı. Unutmayın !