3 Ağustos 2025 Pazar

Salçalı Yemek Yapan Kadınlar ve Beşiktaşlı Ekşi Koruklar

 


Bir yaz ikindiüstü, bir yaz akşamaltı. Gün, akşama kavuşmak için son adımlarını atıyor. Yorgun ama huzurlu. Güzel bir yemek üstüne bir tatlı yemek ister gibi. Adımları ne hızlı ne yavaş. Ustalar eve gidip, kadınlarının yaptığı salçalı soğanlı yemekleri yemeden önce çocukluklarına dönmek istiyor. Ceplerini karıştırıp, bozuklukları bana veriyorlar. Asmadaki üzümler henüz koruk ve bana bakıyorlar. Gün akşama varmadan bakkala ulaşmak için karşıdaki hanın köşesini koşarak geçiyorum. Joe bana katılıyor, havlamayı ihmal etmeden. Sokaktaki kimse şu an bana sataşmaya cesaret edemez. Zaten bakkal hemen sokağın sonunda. İçeri dalıp kırmızı bisküvi kutularını geçiyorum. Solda asılı mavi, sarı, beyaz; üzerinde siyah meridyen olan toplardan tabii ki beyaz üzerine siyah çubuklu formayı seçiyorum. Benim Beşiktaşlılığım doğuştan. Ne anamdan ne babamdan. Babam ve hastalık derecesinde Fenerbahçeli olan dayıma rağmen.Sana bakkala parayı vermeden önce nasıl Beşiktaşlı olduğumu da anlatayım sevgili sosyal medya kullanıcısı. Bak, burada başka bir patikaya girip sana buraya nasıl geldiğini unutturabilirim. Ama geldiğimiz yeri unutmayalım diye bir kerteniz bırakacağım.

 Yazmak, Beşiktaşlılık gibi içimden gelen bir tutku. Yazdığımı, ürettiğimi paylaşmazsam topal kalıyor duygularım. Bir kitapta toplamayı düşündüm, sonra dedim ki kitabı artık alıp okuyan yok. Ha bir de geri dönüşünü alman da zor. Oysa yazar, şair, ürettiğinin beğenildiğini duymak istiyor. Önce yakın çevreme gönderdim. Ne güzel yorumlar, tepkiler... Ama yetmedi. Sonra bir blog açıp oraya koymaya başladım. Sonra, sonra o da yetmedi. Sosyal medyaya koyayım dedim. Şu an tam olarak nasıl olacak bilmiyorum. Ama sen, yani sen, beni okuyan, muhtemelen bana oradan ulaşmış olacaksın.

 Şimdilik bu kadar deyip bir önceki sokağa geri dönelim. Nasıl Beşiktaşlı oldum? Bu sefer gün, hayatı geceye teslim etmiş. Ustalar salçalı yemeklerini yemişler. Tek tatil günü olan Pazar günü, tüm futbol maçları oynanmış. Tek kanal olan TRT’de ligin puan durumu yayınlanmıştır. Ülkenin bütün evlerinde babalar, oğullarını yanına almış; zorla tutturdukları takımın sıralamadaki yerini gururla ya da üzüntüyle seyrediyorlardır. Babamla ben de o ekrana bakarken ve daha henüz hangi takımı tutacağımla ilgili bir hikâyem olmadığı için, takımsız olan bana babam soruyor:

 “Seç takımını.”

 Yani kendisi Fenerbahçeli olan babam, bana bu hakkı tanıyor. Benim sonra kalan hayatta kendi isteklerimi gerçekleştirmem için daha büyük bir mesaj olabilir miydi? Ya da benim kendi isteklerimi ertelemek gibi bir hakkım olabilir miydi? Benim koca yürekli babam, oğluna o yüreği aktarmanın yolunu nasıl da bulmuştu. Şimdi babamı kaybetmenin üzerinden henüz çok geçmemiş bir oğul olarak bu noktada, ağlama hakkımı kullanıyorum. Ve sen de eğer babanı çok seviyorsan ve baban hayattaysa git, ona sarıl. Uzakta ise, yine de git sarıl.

 Neyse... Şu an başka bir patikaya girersek kaybolabiliriz. Ben gidip dördüncü sırada olan Beşiktaş’ı seçiyorum. Babam bir kez bile sormuyor. O gün bugün, yenilse de yense de Beşiktaşlıyım. Bakkala parayı verip Joe, ben ve beyaz üzerine siyah çizgili topla dükkanın önüne koşuyoruz. Topu gören tüm ustalar, topu atmam için bağrışıyorlar. Topa ilk tekmeyi ben vuruyorum. Dükkanın gri kapısı boydan boya kapalı. En üstünde içeri ışık girsin diye sıralanmış küçük dikdörtgen camlardan bazıları kırık. Babam kızmaktan usanmış. Çünkü bazen sert şutlar bazı camları kırıyor. Muhtar Bekir eve gidecek, Joe’yu çağırıp muhtarlığın kapısını kilitliyor. Giderken kendisine topu atmamızı söyleyip yamuk bir şut çekiyor. Hanın içine kaçan topu almak bana düşüyor. Akşam artık güne gitmesini söylüyor. Koruklar ekşi. Eve giderken bir tane koparıp ağzıma atıyorum. 

Beyaz üzerine siyah çizgili topu diğer sokaktaki çocuklar istiyor. Vermiyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder