1 Temmuz 2024 Pazartesi
28 Haziran 2024 Cuma
ENDÜLÜS DİYARI - SEVİLLA - 4. ve 5. GÜN
O gün Guadalquivir nehrinin akıntısını durduran bir şey oldu. Sevilla şehri tren istasyonuna vardığımda insanların panik hallerinden hissediyordum. Yüzyıllardır bu şehrin can damarı olan nehrin durması elbette hayatı etkileyecekti. İnsanlar henüz durduğunu görmemiş ama bunu içlerinde hissetmişti. Belki de nehirde kano yapanların artık daha hızlı ya da baktıkları yöne göre daha yavaş gittiklerinden hissetmiş ama anlam verememiş olabilirlerdi. Ya da kaldı ise bu nehirde balık tutan bilge balıkçılar, balıkların kaybolduğundan, ürküp kovuklarına çekildiklerinden anlamış olabilirlerdi. Peki ya Cordoba ?...Eğer nehir burada durdu ise orada da durmuş olmalı idi. Bunu da orada Antik Roma Köprüsünden geçerken, gitarını hüzünlü melodilere yol vermiş olan müzisyenden mi anlarlardı, yoksa Kurtuba Camisi'nin bundan 700 yıl önce minaresine çıkıp, olayları önceden kestiren müezzinin sesinden mi anlarlardı, o da başka bir hikayenin anlatısı...
Otel şehir merkezinden oldukça uzaktı. Vakit kaybetmemek adına taksi ile gitmeye karar verdim. Şehir büyük bir alana rahatça yayılmış. Sanki iri yarı bir insanın koca bir kanepeye, kolları bir yana ayakları bir yana, kafası bir yana oturduğu gibi. Taksicinin tabiri ile nüfus bir milyonu geçmezmiş. Vikipedia'ya göre iki milyona yaklaşmış. Otele yerleştikten sonra otelin servis aracı ve metro ile şehir merkezine kısa bir gezi yaptım. Hava kapalı, şehir beni pek sarmadı. Bir tuhaflık kokusu. Yarın Sevilla Katedrali ve Alcazar Sarayı'nı gezeceğim. Bugün yanlarından ve sokaklarından hafifçe yürüyüp şehri kokladım. Çok geç kalmadan, sıradan bir yemekle geçiştirip otele geçtim.
Otel odasına girer girmez nefesim kesildi. Nefes almakta zorlanıyordum. Sanki bir zindanda ve hareket edemiyordum. Daha fazla dayanamayıp otelin bahçesine inip derin derin nefes almaya ve bahçenin sağından soluna, aşağısından yukarısına yürümeye çalıştım. En sevdiğim müzikleri açıp kulaklıklarımı taktım. Kulaklarımın bile nefes alamadığını hissedip çıkardım. Havadaki yağmur öncesi kokusunu duyumsamaya çalışırken ciğerlerim ona da isyan etti. Yaşadığım şehre dönmek, sevgilime, sevdiklerime doğru akma isteği ama bu akıntının hayatça durdurulduğu duygusu, demir parmakların arkasında kabullenme zorluğunu dayattı. O sırada içimdeki tüm balıklar kaya kovuklarına kaçtı, balıkçılar oltalarını toplayıp evlerine gitti. Kanocular nehre inmekten vazgeçti. Ülkemin tüm neşeli insanları suratlarını öne eğip banklara oturdu ve karıncaların yuvalarına yiyecek götürüşlerini seyretmeye başladı; eğer şanslı iseler.
Sabah yağmurlu ve kapalı bir havaya uyandım. Amacım bugün şehir pazarlarından bir ya da bir kaçını gezmekti. Fakat şehre indiğimde pazarların ve hatta dükkanların kapalı olduğunu gördüm. Önce anlam veremesem de sonra günlerden 1 Mayıs olduğunu hatırladım. Nehir durunca işler de durmuştu. Yapacak bir şey yoktu. En azından işçiler bayram yapabilirdi. Keşke bir çay demleyebilseydim, derdimi hafifletirdi.
Sevilla Katedrali dünyanın en büyük üçüncü kilisesi. Kulesine çıkmak içerisindeki işlemeleri, tabloları, turistleri, inananları izlemek uzun zamanınızı alabilir. Alcazar Sarayı bahçeleri ile birlikte devasa bir saray. Tüm Endülüs müslümanlarının sarayları gibi basit, huzurlu, bahçe ve su havuzlarından oluşan çok bölmeli bir yapı. İkisine de önceden internetten bilet alınabilir.
Sevilla'nın dar sokaklarına daldığımda içimdeki kasveti bir nebze hafifletebileceğini umduğum bir restoranın küçücük masasına oturup, bir kaç tabak tapas ve sangria söyledim.
Sonra...Sonra o sımsıkı tuttuğum parmaklarının yazdığı, öpmeye doyamadığım ağzından çıkan ayrılık mesajlarını görüp, sözlerini duyunca anladım Guadalquivir'in neden akmadığını. Neden balıkların kaya kovuklarına çekilip, balıkçıların gittiğini, pazarların kapandığını, insanların üzgün suratlarını. İçimdeki nehrin kaynağı kesilmiş, içimdeki ve dışımdaki dünya durmuş.
Sonra...Sonra o küçük karıncalardan başladı yine hayat. O derin, yeryüzünün, başkalarının ve hatta senin bilmediğin dünyalarında kıvrımlı, dolambaçlı yuvalarında, her şeyden, herkesten sakladıkları küçücük ama kocaman bir hayat sırrı ile. Ona dokunarak, ondan güç alarak. Güçlü, kadim ve ufacık bir adımla...
Nehrin geçtiği diğer şehre doğru ilerlemekten başka bir yol yoktu. Su hala varsa umut da vardı. Nehir her şeye , ağaç kütüklerine, kayalara rağmen akabilirdi. Sonuçta Cordoba efsanevi bir şehirdi.
27 Haziran 2024 Perşembe
15 Haziran 2024 Cumartesi
9 Haziran 2024 Pazar
ENDÜLÜS DİYARI - RONDA - 3.GÜN
Malaga'daki hücre otel odamdan sabahın erken saatlerinde kalkıp, bir pazartesi sabahı, yıllarca hapiste kalmış ya da teskeresini alıp nizamiyeden adımını dışarı atan asker gibi, vücudu diri tutan ama üşütmeyen bir havada tren istasyonuna doğru yürümeye başladım. Bugün Endülüs Diyarının çok da bilinmeyen bir kentine doğru yolculuk var. Tecrübe etmediğimden nasıl da olacağını çok öngöremediğim bir tren seyahati ile varmayı umuyorum. Ana tren istasyonunda vardığımda hiç ummadığım kadar kolay bileti aldım ve beklemediğim kadar dakik ve konforlu bir trende buldum kendimi.
Sadece bir aktarma ile yaklaşık 2-2.5 saat on binlerce
irili ufaklı, genç yaşlı zeytin ağaçları arasından saatte 150 km'ye varan
süratle ilerledik. Koltuklar rahat, insanlar kendi halinde, sessiz. Ronda'ya
varır varmaz Sevilla biletini alıp bu konuya kafa yormamaya karar verdim.
Zihnim zaten birbirine dolanmış yılanlarla dolu. Hepsi birbirini ısırır.
Zihnimdeki bu karmaşadan kurtulmak umarım bir gün nasip olur. Çünkü nereye
gidersen git dünyan zihnin kadar.
Hava bayağı soğuk. Önce nedenini anlayamadım. Oysa burası 700 mt yükseklikteymiş. Otele vardığımda Malaga'daki küçüçük ve zor nefes alan odadan, aydınlık, ferah, geniş, sokakla barışık bir odaya kurulmanın keyfi geldi. Çok da rehavete kapılmadan ayaklarıma yol verdim.
Gittiğim çoğu şehirde boğa güreşi arenası vardı. Hepsi müzeleştirilmiş anladığım. Ronda'da içine girmedim ama hediyelik eşya satan mağazası hoşuma gitti. Ana aks üzerinde yürürken tabii ki açlık kendini hatırlatmaya başladı. Google haritalarda biraz vakit geçirdikten sonra El Lechuguita diye bir yer buldum. Gittiğim de ne göreyim küçücük bir dükkan ve bir sıra. Beklemeyi kafaya koydum. Ve bir sırayı iyi ki de beklemişim diyeceğim, unutulmaz bir ziyafet. İki kadeh şarap ve 18 çeşit tapası yerken hiç zorlanmadım ama inanılmaz bir keyif aldım. Fiyatlar normal dükkanların 1/3 ü ama lezzetleri 2 katı. Gayet tatmin olmuş şekilde Ronda'nın alemet-i farikası köprüsüne doğru devam ettim...6 Haziran 2024 Perşembe
Yine koskoca bir denizin ortasındaki bir adadayım. Bir gemi getirdi beni. O koskoca denizlere inat, bir umudun izini süren bir gemi. Bütün gemiler bir umudun izini sürer aslında. Fakat bazı umutlar daha fazla heyecan barındırır imkansızlığından ötürü. Ve bazı umutların gerçekleşmesi, yel değirmenlerine karşı savaş kazanılması ihtimalindedir. Yine bazı gemiler, çoğunluğun aksine, koskoca denizlerin ortasında, denizlere rağmen ve denizlerle birlikte böyle imkansız bir umuda taşırlar seni eğer cesaret edersen. Ki bu umuda coğrafyada "ada" derler. Her ada denizlere isyandır ama denizsiz ada da olmaz isyan da...
2 Haziran 2024 Pazar
Endülüs Diyarı / Malaga - 2.Gün
Sabah gözümü açtığımda, odanın küçük, sokağa yakın penceresinden gün ışığı girmeye başlamıştı. Gece 01.30 civarını bulan yatağa girişim, 27500 adımlık bir yürüyüşten sonra kolay bir uyku getirmişti. Yeni bir gün yeni keşiflerin heyecanını, uzun aylar boyunca sevgiliye her sabah "günaydın" demiş iken şimdi diyememenin ve duyamamanın acısı ara ara kesiyordu. 10 gün boyunca birbirimizden haber alamayacaktık.
Seyahatlerim öncesinde, uzun uzun okumalar, araştırmalar yapmak çok hoşuma gitmez. Kendiliğine bırakır, ayaklarımın, burnumun, gözlerimin beni sokaktan sokağa götürmesine izin veririm. Bu sefer Endülüs'teki müthiş yapıları görmek biraz da tasarruf etmek için önceden araştırma yaptım. O yüzden çok oyalanmadan, sadece pazar sabahı 08.30 - 09.30'da ücretsiz olan Malaga Katedraline gitmeliyim.
Otelden çıkıp, buradan eskiden bir nehir aktığını hatırlatan köprülerden birinden geçip, sessiz sedasız caddeyi yürüdüm. Bir bahar sabahı hafifliğinde katedrale vardım. Heybetli kapının önünü, orta yaşını hafif geçmiş, sırtında kambur ile birlikte gelen sakinliği ile süpüren kadına, girip giremeyeceğimi sorduğumda buyur etti. Bence o kadına rastlayan herkes olumlu bir yanıt alırdı. Kapının önünde bekleyen insanlar da benim ardımdan girdiler. Kadın süpürmeye devam etti.
Bir süre sonra cemaat toplanmaya ve pazar ayinin ilk duaları duyulmaya başladı. Ortodoks ayinleri Katolik ayinlerinden bana daha yakın gelir. Belki de eski bir Ortodoks kenti olan İstanbul'dan dolayı aşinalığım vardır. Yarım saat sonra içimi bir karamsarlık kaplamaya başladığından kendimi sokağa attım.
Sokaklar hala sessiz, uyanan halk kiliselerde günün ve ömürlerinin geri kalanı için duada. Belediyenin araçları sokakları yıkıyor. Size hep güzel şeyler söyleyecek değilim sevgili okur. Yıkıyorlar çünü buranın sokakları sabah tuvalet kokuyor. Şu genel izlenimimi de buraya bırakayım; sokakları sabah tuvalet kokan şehirlerde geceleri çok içiliyor ve geç yatılıyordur.
Seyahat ederken ana motivasyonumlarımın başında lezzetler gelir. Ama bu motivasyon bazen beni kilitler ve yeni ve güzel lezzetler bulacağım diye bazı şeyleri görmeyebilir ve atlayabilirim. Bugun kendime "dur" dedim. Uyanalı bayağı olmasına ve henüz kahvaltı etmememe rağmen sokakları dingin şekilde dolaşmaya devam ettim.
Saray ve kalenin olduğu Alcazaba katedrale çok yakın. Bu şehrin iki önemli yapısı aynı aks üzerinde. Araştırmalarım sonucu Alcazaba'ya da pazar günü 14.00'den sonra ücretsiz girebileceğimi öğrendiğimden, önündeki Roma tiyatrosunda turistlerden önce gezen sincabı bir müddet, çam baştankarası, serçe, kumru, keşiş papağanları sesleri eşliğinde izledim. Sanırım Romalılardan yeterince ceviz toplayan sincap bir müddet sonra evine gitti. Ben de şehrin göbeğinden çıkıp gerçek Malaga'yı görmek için adımlarımı kuşların cıvıltısına uydurdum. Küçücük ama önünden biri geçse, taze çekilmiş çekirdekten yapılma sabah kahvesinin kokusuna takılmaktan kendisini alamayacağı dükkanın önünden ben de geçip gidemedim. Önündeki banka oturup parkı seyretmeye koyuldum. Çok da şey etmeden, öylesine...
Artık iyice yerel halkın oturduğu, alışveriş yaptığı, hatta pazar ayininden sonra topluca kahvaltı edip sohbet ettiği sokaklardaydım. Birden çocukluğumdaki pazar kahvaltılarımız aklıma geldi. Babam, annem, anneannem, kız kardeşim ve ben. Babamın tam pişmemiş yumurtanın kafasını çay kaşığı ile kırıp hüpleterek yumurtayı yemesi o zamanlar sinirlerimi harap etse de artık böyle bir şeyin olamayacağı ne de babamın bana bağırmasının üzüntüsünü üzerimden almaya çalışan anneannemin bana sarılamayacağı yıllara gelmiştik.
O yüzden en sevimli en cana yakın en samimi duran yere girdim. Kendime torunları ile beraber oturan büyük bir ailenin yanındaki masayı seçtim. Meşhur İber domuzunu özenle kesen yerin de sahibi olan adamı de görecek şekilde konuşlandıktan sonra efkarlanıp güzel bir sandviç ve kahve söyledim. Ölenlere rahmet kalanlara afiyet...
Malaga plajları da biliniyor. Buraya kadar gelmişken Akdeniz'in tuzunun vücuduma nüfus etmesi için ünlü Malagueta plajına yürümeyi düşünüyorum. Önce bir tapas bara kurulup bir kaç sey denesem fena mı olur?
Plaja indiğimde biraz dinlenmek için kumlara uzandım. Denize giren yoktu. Dedektörü ile bir adam tam teçhizatlı olarak meditasyon yapar gibi ızgara biçiminde sonra diyagonal ve her santimetreyi atlamadan kumları tarayıp, bulduğunu eleğinden eleyip, torbasına atıyordu. Öyle dalmışım ki, yorgun ayaklarıma elleri ile bastırıp "massageee" diyen yaşlı uzakdoğulu teyzeden önce korktum. "Massageee, 10 euro" yu neden reddettiğimi şimdi hala anlayamıyorum. Kadın ısrarla aynı dilde buluşamasak da ayakların da sorun var, gel direnme çok iyi gelecek diyip diyip durdu. Güzel de olurdu, hele havanın iyice bozduğunu , kumları tarayan amcaya takıldığımdan fark etmediğimden güzel bir son kazandırırdım. Olmadı. Toparlandım ve geleceği belli olan yağmurda ıslanmamak için hızlı bir yürüyüşe geçtim.
Hızla değişen hava bir köşede vaktinin gelmesini bekleyen kasvetimi ortaya çıkardı. Saatler 19 civarına gelmişken, biraz ıslanarak hızlıca bir restorana oturdum. Mürekkep balığı soslu paella tam bir hayal kırıklığı idi. Yağmur sonrası sokaklarda son adımlarımı atıp bulunduğum ruh halini kabul ederek, Malaga'daki son gecemde uykuya daldım...
İpuçları:
· * Malaga Katedrali / Pazar
0830-0930 ücretsiz
· * Alcazaba / Pazar günleri saat 14.00’den sonra ücretsiz
· * Malagueta Plajı’nda
yaşlı teyzeye rastlarsanız verin 10 euroyu