23 Temmuz 2011 Cumartesi

MİDİLLİ...

Tavanarasında yaşayan ve geceleri evin diğer bölümlerinde dolaşan bir fare gibi, Midilli’ye gitme fikrini bir türlü dile getirememişken, bir bahar gecesi yakalayıp dile getirince, plan yapma vakti gelmişti. Yıllar boyu hep önünden geçip gitmiş, sadece seyretmiştik ışıklarını. Hep orada olduğunu bilmiş, hiç tanışamamıştık. Şimdi birbirinin adını bilen ama sevdiklerini birbirine hiç söyleyemeyen iki seven gibi, bir tahta masada iki ufak meze eşliğinde, uzolarımızı tokuşturup, “seni seviyorum” diyecektik...”Gece yıldızlara bakmak, yayamı hatırlatır bana. Yorgo derdi, evladım; ben ölürsem bir gün, sana bu yıldızlardan bakacağım. Ve ne zaman sen yıldızlara baksan, göz göze geleceğiz”.


Hemen Lesbos’lu hekim Haşmet ile bir toplantı ayarladık ve Taksim Gezi Pastanesi'nde harita üzerinde gidilmesi gereken yerlerin isimlerini aldık. Ve o harita tam 2 ay çalışma masamda asılı kaldı; uzun uzun hayal etmek için...










Temmuz’da gitmek üzerine anlaşıldı; oğlumuz Poyraz 4,5 aylık olacaktı. Herkes nasıl yapacağımız konusunda bizi korkutuyordu. Betül ile bu işi kotarabileceğimizi düşünürken, dostlarımız Tolga, eşi Özlem, Arzu ve annesi Leyla Teyze de bize yardımcı olacaklarını söylediler. Tayfada Arzu’nun 7 yaşındaki oğlu Deniz ile yeğeni 8 yaşındaki Pelin de olacaktı. Leyla Teyze ve Arzu için bu yolculuğun bir önemi de vardı. Çünkü büyük dedeleri buradan Küçükkuyu’ya göç etmişti.



Tolga, Vatera bölgesinde Aphrodite Hotel’den odalarımızı ayarladı. İki kişilik oda fiyatı kahvaltı dahil 78 euro + büyük Yeni Rakı. Ayrıca 9 kişilik Citroen Jumpy marka aracı da full sigortalı 1000 euroya kiraladık.
Pasaportlarımızı ve vizelerimizi aldık. 8 Temmuz Cuma gecesi Bon Jovi konserine katıldık. “Someday I’ll be saturday night”ı söyleyerek, ertesi günün gecesinde Midilli’de olacağımızı düşledik. Cumartesi sabahı 5:00’de arabamızla Ayvalık’a doğru yola çıktık. Sabah Kaz Dağları’nda Bağ Evi adlı yerde kahvaltımızı yaptık. Çok revaçta, uygun fiyatlı bir yer. Yol kenarında. Tek handikapı çok kalabalık olmasından dolayı servisin aksaması.








Saat 14:30 gibi dostumuz Erinç’i Ayvalık’taki Eolya Konukevi’nde ziyaret ediyoruz. Kızı Damla ve yardımcısı Ayfer Hanım bizi bir vahada karşılıyor sanki. Poyraz’a serin bir duş aldırıyoruz. Soğuk birşeyler içtikten sonra, çaylar eşliğinde müthiş kekler ve pastalar yiyoruz. Eski bir Rum evinde konaklamak ve gerçek bir konukseverlik eşliğinde geçmişi yaşamak istiyorsanız mutlaka Eolya Konukevi'ne uğramalı, en azından bir gece geçirmelisiniz. Çok titiz bir restorasyon ürünü olan Eolya, her köşesinde ayrı bir zerafet sergiliyor.







Saat 18:00’de kalkacak feribotumuzun biletlerini Jale Turizm’den alıyoruz. Daha önce rezervasyonumuzu yaptırmış olduğumuzdan, bürodaki çalışanlara aşinayız. Aracı gümrüğün yanındaki otoparka bırakıp, bir sürü bavul ve çantamızla feribota yerleşiyoruz. Feribot, Kilitbahir-Çanakkale arası çalışan gemiler gibi. Bütün gün sıcak ve yorgunluk, limandan ayrılıp, Midilli’ye doğru giderken yolculuğun tadını çıkarmamızı engelliyor. Yine de bir saat sonra Midilli iyice görünmeye başladığında üst kata çıkıyorum, Yunan bayrağını yalayıp, üzerimize esen rüzgar kokuları değiştiriyor. “Hıçkırıklar, bağrışmalar, itişmeler... Gözyaşları ile evimizin önündeki tahta oyuncağıma bakıyorum, uzanıp almak istiyorum, olmuyor. Yayam iskelede fenalaşıyor. İskelenin kenarındaki gümrük binasına götürüyorlar. Ne annemi ne babamı alıyorlar yanına. Herkesi gemiye yöneltiyorlar. Gitmek istemiyorum. Yıldızlara bakmak istemiyorum; göz göze geliriz diye”.



Gümrükten geçmek çok kolay oldu. Bir de Poyraz sayesinde iyice kolaylık gösterdiler. 15 dakikada çıktık. Kiralama firmasını aradık ve araç geldi. Fakat büyük bir problem var ki aracın bagajına sayısız bavul ve çantamız sığmıyor. Türklerin müthiş yeteneklerinden biri olan “arabaya nasıl yük sığdırılır” becerimizi gösteriyoruz ve yola çıkıyoruz. Vatera’ya gideceğiz ama merkezde kayboluyoruz. Bir bakkala yol soruyorum. Küçük renkli bir bakkal. Kadının bütün tırnakları başka bir renk ojeyle boyalı. Birkaç teneke içinde tuzlu balık ve zeytin var. İstediğiniz kadar alabiliyorsunuz. Tarif ediyor. 10 dakika kadar sonra yolu buluyoruz. Yaklaşık 1,5 saat yol gidiyoruz. 100 km civarı bir mesafe. Fakat yollar virajlı ve biz sürekli kontrol ederek gidiyoruz. Saat 22:30’a yaklaştığından Poyraz ve çocuklar, hatta biz sıkıntılıyız. Sonunda otele varıyoruz. Gece olmasına rağmen plajın mükemmel olduğunun farkındayız. Yiannis bizi çok yakın karşılıyor. Bu sıcak karşılamadan çok mutluyuz.





Odalara çıkıp hemen bir duş alıyor ve aşağıya yemeğe iniyoruz. Plajın hemen üstünde otelin “tavernası” var. Ben ahtapot , Tolga kalamar, Betül ve Özlem kaşarlı tost, Arzu da bir Heineken söylüyor. Ahtapot ve kalamar 8 euro. Ahtapot kuru değil ama biraz sert. Ayrıca küçük. Kalamarın özellikle sosu çok güzel. Yedikten hemen sonra çıkıp yatıyoruz. "Karnım çok aç. Ayrılık denizi fırtınayla üstümüzü ıslatıyor. İskeleye vardığımızda at arabalarına bindiriliyoruz. Adanın tepelerinde birkaç ışık görüyorum. Seni unutmayacağım".






2.gün...

Dünden çok yorgun olduğumuzdan, bugünü plajın keyfini çıkararak geçirmek istiyoruz. Vatera adanın en güzel plajı. Adada çok ince kum yok. Kalın kumlu ve taşlı. Vatera’da kalın kumlu bir plaj. Ama kilometrelerce uzanan bir sahil var. Büyük bölümü ıssız. Bir bölümünde tavernalar ve oteller var. Ama oteller sahilin kenarını kapatmamışlar. Arada bir araç yolu var. Plajın yanında genelde otellerin  tavernaları var. Taverna deyince bizdeki anlamı farklı. Daha doğrusu biz tavernayı yanlış anlamışız. Tavernada oturup insanlar gün boyu sessiz sakince kahvelerini, uzolarını ve yanlarında ufak mezelerini yemekteler. Kimseyi sarhoş göremezsiniz. Yüksek sesle müzik dinlenmez. Hatta turistik değilse hiç dinlenmez.


Vatera’dan görünen soldaki kara parçası Karaburun yarımadası. Sağdaki ise Sakız adası. Vatera’ya ya Polichnitos üzerinden asfalt yolla ya da Akrassi üzerinden bir kısmı toprak yolu kullanarak ulaşabilirsiniz. Zaten adada büyük yerleşimler asfaltla birbirine bağlanmış. Onun dışında toprak yollar var. Bazı noktalar arasını bu toprak yollar çok kısaltıyor ama arabanıza acımamanız lazım...”Annemin kokusunu en çok o geceden hatırlarım. Sımsıkı sarıldığında bana, içime çekmiştim; hiç bırakmamacasına”.


Tavernanın menüsündeki yemeklerin porsiyonu çok büyük. Bir adet yemek söylerseniz, iki kişi bile doyabiliyorsunuz. Klasik Rum yemekleri, bizimkilerin aynısı. Deniz ürünlerinden ahtapot, kalamar var. Sardalye her daim mevcut. Zaten ada bir sardalye yatağı. Bir de günlük ne balığı varsa. Izgaralardan da dana, domuz ve tavuk mevcut.

Ada da araba ile geçen ve hoparlör ile satış yapanların sayısı çok. Hurdacı, balıkçı, karpuzcu gördüklerimiz arasında...
3.gün...

Bugün adanın kuzeyindeki Molyvos’a gideceğiz. Leyla Teyze’lerin kökleri Molyvos’a dayandığı için çok heyecanlılar. Vatera’dan 65 km. Yaklaşık 1,5 saatte gidiyoruz. Hava çok sıcak. Molyvos’a gitmek için Kaloni’den geçiyoruz. Kaloni körfezi çok büyük. Sanki bir göl gibi. Molyvos’a vardığımız vakit öğle saatleri. Sahile iniyoruz. Burası taşlık ve dar bir sahil. Çamların altında güzel bir yer buluyoruz. 2,5 euroya şezlong kiralıyoruz. Bütün gün bu serin yerde dinlenip denize giriyoruz. Molyvos, Türkiye’nin Kaz Dağları kısmına bakıyor. Kent bir tepenin yamacına kurulmuş. En tepede kalesi var. Sokaklar dar. Öğlen bir cafede ben sardalye yiyorum. Yerken keyifte alıyorum . Ama mideme dokunuyor. Bütün gün halsiz dolaşıyorum.


Akşam kaleye doğru çıkıyoruz. Bir bakkaldan elma ve şeftali alıyoruz. Herkes o kadar zamanı yavaşlatmış ki...Kimse acele etmiyor. Acelesi olanın burada yeri yok. Kimse sizi anlamaz...”Molyvos yani Mithimna’da otururduk. Babamın inekleri vardı. Her gün sağdığı sütleri Mithimna’nın tüm dik yokuşlu sokaklarını gezer, satardı. Bazen ben de giderdim onunla. Ama birkaç sokak sonra yorulur. Ya fırıncı Stavros ya da nalbant Niko’nun yanında babamın dönmesini beklerdim”.









4.gün
Bugün bir dağ kasabası olan Agiassos’a gidiyoruz. Agiassos, Midilli’yi en çok hissettiğim yer oldu. Tüm geleneksel öğeler burada toplanmış. Özellikle kasabanın önemli kilisesinin giriş kapısı olan sokakta bulunan kahvenin olduğu yer müthiş. Sakinliği ve huzuru tümüyle hissediyorsunuz. Oturup kahvelerimizi içiyoruz.





Sokaklardan tepeye doğru çıkarken kadın kooperatifinden yaşlı bir teyze çıkıp bizi içeri buyur ediyor. Üç yaşlı teyze içeride kurabiye pişiriyor. Midilli’de her kasabada bir kadın kooperatifi var. Birşeyler üretip satıyorlar. Burada da türlü türlü reçeller, kurabiyeler var. Yarı İngilizce yarı Rumca anlaşıyoruz. Karpuz reçeli, kurabiye ve badem ezmesi alıyoruz.









Yola devam ediyoruz. Karşılıklı iki tavernada oturanlar içkilerini içmekle meşgul. Yunanistan’da saat 14:00’den 18:00’e kadar yemek yenen yerler hariç her yer kapalı. Bir de adada güvercin besleyen çok kişiye rastladık. “Bizi şimdilerde Küçükkuyu denen bir dağın denizle buluştuğu köye yerleştirdiler. Babamın inekleri Mithimna’da kaldığı için, birkaç dönüm zeytinlik tarla verdiler. Bizi çok iyi karşıladılar. Evimizi yapmak için herkes yardım etti. Evi bitirene kadar bizi konuk ettiler.”





Ara sokaklardan merkezdeki kahveye inip, pastaneden muhallebili ve tarçınlı böreklerden aldık. Arzu’lar da kaşar peynir ve simit aldı. Çayla yedik. Daha sonra Agiassos Isıdouros’da denize girmek üzere yola çıktık.


Plomari’den geçtik. Güzel bir kasaba burası. Barbayanni Uzo Fabrikasına uğradık. Midilli uzonun merkezi. Barbayanni’de uzo üretiminin en önemli markası. Uzo bu fabrikada günlerce dinlendirilerek üretildiğinden diğer markalardan ayrılıyor. Diğer markalarda şekerle birlikte bekleme süresi kısalıyor. Fakat şekerle seyreltiğinden daha çabuk sarhoş olunuyor. Böyle anlatıyor markanın 7.halkası.









Isıdouros’a giderken yol yine toprağa, dağa sarıyor ve bizi Ag.Varvara’ya çıkıyor. Burası çok taşlık bi plaj. Şnorkelle dolaşmak için ideal. Hepimiz denize giriyoruz, Poyraz’ı da sokuyoruz. Hala korkuyor ve huzursuz...





Dönüş yolunda toprak yoldan gidip, yolu kısaltmak istiyoruz. Fakat maceranın tam ortasına dalıyoruz. Orman yolları, kayalar, dereler... ”Bazı günlerde gökyüzü pırıl pırıl olur. Ve buradan Molyvos’a doğru baktığımda, yayam dağın arkasında bana göz kırpar”.
















5.gün...


Yine kuzeye Molyvos’un doğusunda kalan Skala Sikaminias’a doğru yola çıkıyoruz. Arzular bugün dinlenmek istedikleri için otelde kaldılar.







Sikaminias küçük bir iskele, bir kilise, birkaç cafe ve evden oluşan bir yer. Midilli’de sahile yakın her köyün bir de iskelesi var. Köyün adına Skala (iskele) kelimesi eklenerek isimlendiriliyor.


Bir kafede soğuk birşeyle içiyoruz. Denize giriyoruz. Under the Mullberry adlı restoranda ahtapot ve karidesli spagetti yiyoruz. Ahtapot rezalet. İnanılmaz sert ve kuru. Yanımızdaki masada spagettili ıstakoz yiyorlar. Ama bizim bütçe elvermiyor. Kilosu 80 euro. Çeşme’deki Langusta’da 50 euro idi. Biz sadece bakıyoruz.








Geri dönüş yoluna geçiyoruz. Yol üzerindeki Mantamados’a uğrayamıyoruz ama içinden geçerken buranın gerçekten gezilmeye değer bir kasaba olduğunu notlarıma alıyorum. Bu bölge ayrıca manastırlar bölgesi ama vaktimiz olmuyor.












Otele dönüyoruz. Akşam sahilde Tolga akordiyon çalıyor. Müthiş bir gece geçiriyoruz. Oteldeki birkaç çift de arkadaki şezlonglarda bize katılıyor...”Çetmi köyünden bir kıza aşık oldum. Babası öğretmen. Geçen yaz, köydeki düğünlerin birkaçında göz göze geldik. Sanırım o da beni seviyor”.












6.gün

Bugün artık Mitilini yani Midilli (merkez) günü. Mitilini, Ayvalık’a çok benzeyen bir şehir. Biz saat 14 gibi gittiğimizden cafeler dışında her yer kapalı idi. Bir kilisenin merdivenlerinde dinlenip, Ermou caddesi boyunca ilerledik. Tekrar geri döndüğümüzde dükkanlar açılmaya başlamıştı. Berber, kasap, Yeni Cami (ama yıkık ve harap), hediyelik eşya dükkanları, antikacılar cadde boyu sıralanmış. Limana girdiğinizde denizden görünen Agias Therapontas kilisesine kadar ilerliyoruz. Bu kilisenin müthiş kubbesi Midilli silüetinin en önemli öğesidir.



Antikacı dükkanında bir akordiyon görüp çalmaya başlayan Tolga, caddedeki tüm insanları etrafımıza topluyor. Caddedeki dükkanlarından bazılarında Türkçe ilanlar var. Bu dükkanlardan birinden Sakız adasından gelme, sakız ve limon reçeli alıyoruz. ...”Ben küçükken, Kios’dan limon ve sakız reçeli gelirdi. En çok sevdiğim de annemin yeni fırından çıkardığı ekmeğin üzerine limon reçeli döküp yemekti”.












Akşam yemeği için caddenin bir sokağında bulunan Kaldirimi meyhanesi ile limanda bulunan Fenari tavernası arasında kalıyoruz. Sonunda Fenari tavernasında karar kılıyoruz. Tavernanın sahibi Türk olduğundan Türklere yüzde yirmi indirim yapıyor. Karides, ahtapot ızgara, Greek salad, fava, cacık söylüyoruz. Uzolarımız da geliyor.






Ahtapot yediklerimin en iyisi, en ucuzu ve en büyüğü. Karides harika. Ağzımda dans ediyorlar. Hem onlar hem ben mutluyum. Canlı müzik de var. Güzel bir final yapıyoruz... ”İki çocuğumuz oldu. Bir kız bir erkek. Leyla ve Halil. Zaman ada ile burası arasında akan deniz kadar hızlı ve unutkan”.








7.gün
Son gün yorgunluğumuzu, otelin plajında atmaya karar veriyoruz. Ama otelin 250 mt ilerisinde, denizin üzerine kurulan Wipe Out tarzı çok büyük bir su oyunları pisti, yorgunluğumuzun daha da artmasına neden oluyor.

Akşam Polichnitos’a gidip, spagetti ve ateşte çevrilen tavuk yiyoruz. Otelde Yiannis ve eşi ile vedalaşıp, odalarımıza toplanmaya ve uyumaya gidiyoruz.


Midilli doğası bakımıyla Türk topraklarından farkı yok. Tek fark insan. Tüm hafta boyunca ne denizde ne ormanda ne şehir merkezinde yere atılmış, bir izmarit, bir pet şişe görmedim. Kavga eden bir insan ya da bağıran kimse görmedim. Arada sadece on –on beş km var belki ama aslında dağlar kadar fark var. En azından bir haftalığına uzun yollar gitmeden, yanı başımızda bir medeniyet görebildik. İnsanların aslında hızlı yaşamaya değil yavaş yaşamaya ihtiyacı olduğunu gördük...



“Bir gün hem Leyla’ya hem Halil’e evin balkonundan Midilli’ye doğru bakarken, anamı, yayamı ve babamı anlattım. Nasıl geldiğimizi, neler yaşadığımızı...Ve eğer bir gün ölürsem, dalgalarla Küçükkuyu’dan Midilli’ye gidip geleceğimi anlattım; tüm özlenmişliklerimle...”.


3 yorum:

  1. Bikmadan tekrar tekrar okuyabilirim. Vatera bizi cagiriyor :)

    YanıtlaSil
  2. Cok guzel yazmissiniz. Bu yaziyi plomaride okuyup yarin vateraya gecme karari aldik :)

    YanıtlaSil
  3. Emeğinize sağlık harika yazmışsınız..Teşekkür ederim..

    YanıtlaSil