11 Ocak 2025 Cumartesi

8 Günde 8 Antik Şehir - Bölüm 5


Akıp gidiyor işte. Çoğu zaman reddedip yüzmeye çalışıyorsun tersine. Oysa kendini bırakmak çok zevkli ve kolay. Uymuyor bazen, istemiyorsun öyle akmak. Gücün bu kadar. Değiştiremezsin ki. Bırakınca kendini kuşları duyuyorsun, suyun sesini. Doğan güneşi görüyorsun. Bazen kafanı daldırıp serinliyorsun. Kabul ediyorsun. Kabul etmek, boyun eğmek. Suyun akışı nereye ise oraya gitmek, hatta taş koymamak önüne. Bugünlerde sık kullandığım bir tabir ve uygulamaya çalıştığım. Olanları akışına bırakıp tersine uğraşmamak. Neden biliyor musun? Kuşlar çok güzel ötüyor, su serin, güneşin şavkı vuruyor üstüne. 

Azmak nehrine gitmek, orada kendimi suya bırakmak hayallerimden biri idi. Ne mutlu bana diyorum şu cümleyi yazarken. Çünkü fark ettim ki, bayağı kuruyorum bu cümleyi. "Hayallerimden biri idi ve yaptım". Çok şükür. Önce boyunca bir yürüdüm Azmak'ın. Hava soğuk, kimse yok. Su bilinmez derin mi? Hatta yılanlar var görüyorum. Sonra bir bakıyorum, güneş öyle güzel vurmuş ki bir köşeye, girmesen olmaz. Havlumu ve terliklerimi giyip, kendimi suya bırakıyorum. Bir kaç kez. Üşümüyorum da. Bırakmak çok keyifli. Küçük kahkahalar atıyorum bazen. Kimse yok kimse de umurumda değil. Bir çift daha ileriden bırakıyor kendilerini. Ne güzel kayıyorlar, yüzlerinde gülümseme. Sabah güzel, sabah hayatı uyandıran. Çıkıp güneşte ısınıyorum, bir daha giriyorum, bir daha...

Toparlanıp otelden çıkıyorum. Akyaka çıkışında bir yerlerde bir fırın görüyorum haritada. Öyle lezzetli bir sabah. Menemen, poğaça, kararında demli çay, güler yüzlü dükkan sahipleri. Hayat işte akıtıyor seni. Çine'de yorgun, sinirli bir akşamdan bir hayalin güzellemesine...

Buradan artık kuzeye döneyim diyorum. Bafa'ya, bir diğer memleketime doğru yollanayım. Yolda beni alıkoyup bir çay, bir selam verecek, hoş geldin bekledik seni diyecek çok yer var. Elbet tutacaklar beni. Stratokenia'da onlardan biri. Girip dolaşıyorum bu eski dostu bir kez daha. Bu sefer kazılar var, çoğu yer kapalı. Tiyatro tarafı mesela. Yine akıntı beni başka bir yere sürüklüyor. Otoparkın kenarında bir şeyler satan bir teyze ile girerken selamlaşmıştık. Çıkarken de selamlaşıyoruz ama yanıma geliyor. Seni bir yerden tanıyor muyum diyor, anlatıyor, acı biber reçeli falan derken dükkanın önünde teyze, kardeşi, şehrin ahşap ve taş restoratörleri ile bir sohbette buluyorum kendimi. Demli bir çay yine ağırlıyor beni.


Yolda olmak, bir yeri bırakıp başka bir yere yol almak. Devam ediyorum. Laodekia uzun süredir aklımda idi. Bafa'dan önce biraz da onda vakit geçirmek istedim. Yine sessiz, sadece kazı ekibi. Kendime bir kuytu bulup puromu yaktım. Eski şehir sakinleri beni seyrettiler, ben de onları.


Arabadan sandalyemi indirip, çay demledim ve şehri ve doğayı seyretmeye başladım. Kazı işçileri paydos edip yola koyulduklarında çaydan ikram ettim. Evlerine doğru yola koyulduklarında ben de toparlanıp Laodekia'ya veda edip iki gece kalacağım Bafa Kapıkırı'ya doğru ilerlemeye başladım.

Bafa beni yine güzelliklerle karşıladı. Gün batımında flamingoları seyretmek herkese kısmet olmazdı.



Kapıkırı'nda sevgili Orhan abimin Agora Pansiyonu'nun bahçesinde arabada iki gece konakladım. Beraber yedik içtik ve rahat iki gece geçirdim. Bir gün Latmos'un zirvelerine doğru yola çıktım. Yazıktır ki doğayı mahveden ve rehabilitasyon için bir şey yapmayan madenleri görmemek mümkün değil. Alinda antik kentine ulaşıp, kendi haline bırakılmış ovayı seyreden sıra dışı bu antik kentin tiyatrosunda güzel zamanlar geçirdim.


İkindi vakti Bafa'nın sessiz koylarından birine çekilip bagajda güzel bir uyku çektim. Yosun kokularını yanıma getiren esinti ile beraber yolculuğun son paragrafını yazmış olduk. İstanbul'a dönüş yolunda bir pideli paça daha yemeden dönmek olmazdı. İki bin kilometreyi geçen, sekiz gün ve sekiz antik şehirden oluşan bu tadı damağımdan silinmeyecek seyahat baş taçlarımdan biri olarak ömrüme yazılmış oldu.



7 Ocak 2025 Salı

8 Günde 8 Antik Şehir - Bölüm 4

 

Sabah ezanına tamamen uyanmıştım. Aslında bir vakit önce dışarıdan gelen yaşlı ayakların seslerine gözlerim aralanmıştı. Sabah ezanı öncesinde camiye gelen yaşlılar, arabanın içinde benim uyuduğumu nereden bilsinler. Geçip gittiler. Sonra hoca "Allahu ekber" diye seslendi. Kapıyı açtığımda, dağdan gelen serin hava kucakladı. 

- Seni bir yerden tanıyorum ama çıkaramıyorum, yine de sarılmak istedim.

- Ben de sana yabancı değilim. Belki Bizanslı bir komutan iken tüm gece çadırın etrafında dönüp sabaha yorgun düştüğünde seni görmüşümdür ovada. Ya da sıcağın ortasında, tiyatronun basamaklarını tamir eden Lidyalı bir işçi iken aman vermişindir durup dururken esip.

Çok uzatmadan ayakkabılarımı giyip tuvalete gittim. Ne iyi oldu şöyle yakında tuvalet. Arabada ilk gecem gayet memnun geçti. Yüzümü de yıkayıp geri geldim. Arabayı toparladım. Saat erken. Kahvaltıyı Ödemiş'te yapar devam ederim diye düşündüm. Töngül pidenin mucidi olan dükkana ilk müşteri olarak girdim. Amca vefat etmiş. Sanırım kızı işletmeyi sürdürüyor. Pidenin lezzetinde bir kayıp yok ama dükkanın ruhu eskisi gibi değil. Ne eskisi gibi ki zaten. Damağım memnun, midem memnun. Daha ne olsun.


Dün varmaya çalıştığım ama varamadığım Nysa'ya doğru yola çıkıyorum. Köyler, dağlar , manzaralar. Tek yolculuklarımda çok konuşurum kendimle. O anlatıyor ben dinliyorum. Ben anlatıyorum o bazen manzaraya dalıyor bazen de uyuyakalıyor. Ses etmiyorum. Tanıdığım için kıyak geçiyorum.


Nysa'ya varmadan önce coğrafyanın kaderi pidelerden yiyorum ve Nysa'dan içeri kıvrılıyorum. Ne büyük ne kendi halinde ne ıssız. Tam da aradığım gibi. Antik şehirlerde çoğu zaman bir taş, bir duvar, bir bina beni çeker ve vaktimin çoğunu orada geçmişi ve rüzgarı dinleyerek geçiririm. Daha doğrusu çoğunlukla rüzgar taşır sesleri, anıları. Bu seferde bir Bouleterion yani meclis binası alıkoydu beni. Sanırım iki saat dinledim, dinlendim. Nysa derseniz benim aklımda meclis binası var bilesiniz.


Keşke devam edebilseydim kalmaya. Akşam yaklaşıyor. Bu sefer nerede kalacağız bakalım. Aklımda Çine'de belediyenin işlettiği kamping var. Yorumlar gayet güzel. Bayağı bir yol gidip kampa giriyorum. Efendim kampta ya çadırda ya karavanda kalabilirmişsiniz ama arabada kalamazmışsınız. Bu saçma sapan uygulama sinirimi zıplatıyor. Arabada çadırda olmasına rağmen sebebi sunulamayan böyle bir zihniyette yerde kalmak istemiyorum. Çine'den hızla uzaklaşıyorum. Nerede kalacağımı da bilemiyorum. Akşam çökmek üzere hatta çöktü. Kamping alanlarının çoğu kapalı. Ben de artık iyice yorulduğumdan Akyaka'ya gidip bir pansiyona atıyorum kendimi. Azmak'ın kenarındayım tesadüfen. Hadi bakalım:)