Kerametli Robinson, büyük ölçekli bir üretici değildir. Tonlarca zeytin işleyip seri üretim yapan bir yapıdan ziyade, küçük ve sınırlı miktarda üretim yapan bir zeytinyağı üreticisiyim. Bu küçük ölçekli üretim tarzı, bana sürecin her aşamasına birebir müdahale etme ve kaliteyi en üst seviyede tutma imkânı tanıyor. Her şeyin içinde olmak, hızlı karar alma ve üretim sürecine esneklik katma anlamında büyük bir avantaj sağlıyor.
Ancak bu yaklaşımın zorlukları da
var. Sabit giderlerin yüksek olması ve büyük ölçekli üretimlerdeki gibi maliyet
avantajlarının sağlanamaması, fiyat rekabetinde beni dezavantajlı duruma
düşürebiliyor.
Yıl boyunca Keramet Köyü’nde
yaşadığım için, zeytin ağaçlarının gelişimini, meyvelerin olgunlaşma sürecini
ve iklim koşullarını yakından takip ediyorum. Eylül sonu, ekim başı geldiğinde,
yani zeytinlerin toplanma zamanında artık sahaya iniyorum. Bu süreçte, hava
durumu, yaklaşan yağışlar ve meyvenin olgunluk seviyesi gibi birçok faktörü tek
başıma değerlendirerek hasat kararını veriyorum.
Zeytin hasadında en kritik
konulardan biri işçi bulmak. Ne yazık ki, istediğiniz gün ve şartlarda işçi
temin etmek çoğu zaman mümkün olmuyor. Ancak en uygun zamanı ve koşulları
yakalayarak işçileri organize ediyor, zeytin toplama sürecini başlatıyorum.
Zeytin toplama sürecinde
titizlikle davrandığımız temel bir prensip var. Yere düşmüş, zedelenmiş veya
sinek vuruğu olan zeytinler kesinlikle toplanmaz. Ağaç üzerindeki sağlam
meyveler özenle seçilir. İşçiler bu seçimi yaparken dikkatli davranır; ancak
insan gözüyle yapılan bir iş olduğu için hata payı da vardır. Bu nedenle, ben
de sürece birebir dahil olur, zedelenmiş meyveleri ikinci kez ayıklarım.
Sağlam ve kaliteli zeytinler,
delikli kasalara alınır ve aynı gün içinde, yani toplandıkları gün, zeytinyağı
fabrikasına götürülür. Bu, yağın asiditesini düşük tutmak ve taze, aromatik bir
lezzet elde etmek açısından çok kritiktir. Sabah saat 8 – 8.30 civarında
başlayan hasat, genellikle 16.00 – 16.30 gibi tamamlanır. Ardından, bekletmeden
fabrikaya doğru yola çıkılır.
Zeytinyağı fabrikasını seçmek de en az üretim süreci kadar önemlidir. Ne yazık ki, sektörde çoğu zaman verimi ve kârı maksimize etmeye odaklanan, üretimin niteliğine değil niceliğine bakan bir anlayış hâkim. Ancak butik ve kaliteli bir üretim için, sizin üretim felsefenize saygı duyan, işi doğru yapan, zeytine ve sürece değer veren bir fabrikayla çalışmak şarttır. Aksi halde, bütün bir yıl boyunca gösterdiğiniz emek, sadece bir gün içinde geri dönüşü olmayan şekilde heba olabilir.
Fabrikaya ulaşıldığında ilk
aşama, zeytinlerin yıkanmasıdır. Zeytinlerin sıkım sürecine girmeden önce,
mutlaka dal, yaprak ve toprak gibi kalıntılardan arındırılması gerekir. Bu da
temiz ve sürekli yenilenen suyla yapılmalıdır. Ne yazık ki birçok fabrikada, su
tasarrufu veya zaman kazanma gerekçesiyle gün boyunca aynı su tekrar tekrar
kullanılır. Birkaç partiden sonra artık çamurlu ve kirli hale gelen bu suyla
yapılan yıkama, zeytinyağının kalitesine doğrudan zarar verir. Bu sebeple ben,
zeytinlerimin fabrikada günün ilk partisi olarak, temiz ve taze suyla
yıkanmasına büyük özen gösteriyorum.
Bir diğer kritik aşama ise malaksasyon yani zeytin hamurunun yoğrulmasıdır. Genelde fabrikalarda gördüğüm yedi adet malaksör bulunur ve her biri yaklaşık bir ton zeytin alabilir. Eğer zeytininiz ilk malaksöre değil de daha sonrakilere yerleştirilirse, önceki partilerden kalan %10–15 oranındaki zeytinyağı, sizin partinize karışabilir. Bu da ciddi bir risktir. Çünkü sizden önce işlenen zeytinler, yere düşmüş, berelenmiş, özen gösterilmeden toplanmış zeytinlerse, onların düşük kaliteli yağları sizin özenle ürettiğiniz yağın karakterini bozar. Bu nedenle ben, her zaman ilk malaksöre girme konusunda çaba sarf ederim. Bu titizlik, zeytinyağının özgünlüğünü ve saflığını korumanın anahtarıdır. Bu tercih, verimde %10–15’lik bir kayıp anlamına gelir ama kalite için buna değer.
Tüm bu sürecin sonunda bir diğer
hayati detay, sıkım sırasında kullanılan suyun sıcaklığıdır. Soğuk sıkım ile
sıcak sıkım arasındaki fark, temelde bu sıcaklığa dayanır. Eğer sıkım sırasında
kullanılan suyun sıcaklığı 26°C'nin altındaysa, bu işleme "soğuk
sıkım" denir. Daha yüksek sıcaklıklarla yapılan sıkım ise “sıcak sıkım”
olarak adlandırılır. Sıcak sıkımda zeytinden daha fazla yağ elde edilebilir;
ancak bu yöntem, zeytinin içindeki antioksidanlar, fenolik bileşikler ve
sağlığa faydalı içerikleri büyük ölçüde yok eder. Benim için kalite ve fayda
her zaman önce gelir. Bu nedenle tüm üretimim soğuk sıkım yöntemiyle
gerçekleştirilir.
Yaklaşık bir buçuk saatlik sıkım sürecinin ardından, zeytinyağı artık tenekelere doldurulmaya hazır hale gelir. Ürettiğim yağı, kaliteli tenekelere doldurarak, serin, ışık almayan ve karanlık bir ortamda bulunan köydeki özel depomda saklarım. Böylece zeytinyağı, ışık ve ısı gibi dış etkenlerden korunmuş olur.
Satış aşamasında, talepler
doğrultusunda yağı yarım litrelik cam şişe, 2 ya da 5 litrelik teneke
formlarında hazırlıyorum. Ve en önemlisi: Bu yağları genellikle bizzat ben
teslim ediyorum. Çünkü ben sadece bir zeytinyağı üreticisi değilim; aynı
zamanda bir hikâye anlatıcısıyım. Bu yağ, sadece bir ürün değil; toprağın,
emeğin, sabrın ve hikâyenin bir sonucudur. O yüzden zeytinyağını teslim
ederken, sadece bir ürün değil, aynı zamanda bir sohbet, bir bağ, bir tanıklık
da götürmüş oluyorum. Hal hatır sormak, süreci anlatmak ve dostlukla bu yağı
paylaşma, bu hikâyenin en özel bölümlerinden biri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder