2 Haziran 2024 Pazar

 

Endülüs Diyarı / Malaga - 2.Gün


Sabah gözümü açtığımda, odanın küçük, sokağa yakın penceresinden gün ışığı girmeye başlamıştı. Gece 01.30 civarını bulan yatağa girişim, 27500 adımlık bir yürüyüşten sonra kolay bir uyku getirmişti. Yeni bir gün yeni keşiflerin heyecanını, uzun aylar boyunca sevgiliye her sabah "günaydın" demiş iken şimdi diyememenin ve duyamamanın acısı ara ara kesiyordu. 10 gün boyunca birbirimizden haber alamayacaktık.

Seyahatlerim öncesinde, uzun uzun okumalar, araştırmalar yapmak çok hoşuma gitmez. Kendiliğine bırakır, ayaklarımın, burnumun, gözlerimin beni sokaktan sokağa götürmesine izin veririm. Bu sefer Endülüs'teki müthiş yapıları görmek biraz da tasarruf etmek için önceden araştırma yaptım. O yüzden çok oyalanmadan, sadece pazar sabahı 08.30 - 09.30'da ücretsiz olan Malaga Katedraline gitmeliyim.

Otelden çıkıp, buradan eskiden bir nehir aktığını hatırlatan köprülerden birinden geçip, sessiz sedasız caddeyi yürüdüm. Bir bahar sabahı hafifliğinde katedrale vardım. Heybetli kapının önünü, orta yaşını hafif geçmiş, sırtında kambur ile birlikte gelen sakinliği ile süpüren kadına, girip giremeyeceğimi sorduğumda buyur etti. Bence o kadına rastlayan herkes olumlu bir yanıt alırdı. Kapının önünde bekleyen insanlar da benim ardımdan girdiler. Kadın süpürmeye devam etti. 


Bir süre sonra cemaat toplanmaya ve pazar ayinin ilk duaları duyulmaya başladı. Ortodoks ayinleri Katolik ayinlerinden bana daha yakın gelir. Belki de eski bir Ortodoks kenti olan İstanbul'dan dolayı aşinalığım vardır. Yarım saat sonra içimi bir karamsarlık kaplamaya başladığından kendimi sokağa attım. 

Sokaklar hala sessiz, uyanan halk kiliselerde günün ve ömürlerinin geri kalanı için duada. Belediyenin araçları sokakları yıkıyor. Size hep güzel şeyler söyleyecek değilim sevgili okur. Yıkıyorlar çünü buranın sokakları sabah tuvalet kokuyor. Şu genel izlenimimi de buraya bırakayım; sokakları sabah tuvalet kokan şehirlerde geceleri çok içiliyor ve geç yatılıyordur. 

Seyahat ederken ana motivasyonumlarımın başında lezzetler gelir. Ama bu motivasyon bazen beni kilitler ve yeni ve güzel lezzetler bulacağım diye bazı şeyleri görmeyebilir ve atlayabilirim. Bugun kendime "dur" dedim. Uyanalı bayağı olmasına ve henüz kahvaltı etmememe rağmen sokakları dingin şekilde dolaşmaya devam ettim. 

Saray ve kalenin olduğu Alcazaba katedrale çok yakın. Bu şehrin iki önemli yapısı aynı aks üzerinde. Araştırmalarım sonucu Alcazaba'ya da pazar günü 14.00'den sonra ücretsiz girebileceğimi öğrendiğimden, önündeki Roma tiyatrosunda turistlerden önce gezen sincabı bir müddet, çam baştankarası, serçe, kumru, keşiş papağanları sesleri eşliğinde izledim. Sanırım Romalılardan yeterince ceviz toplayan sincap bir müddet sonra evine gitti. Ben de şehrin göbeğinden çıkıp gerçek Malaga'yı görmek için adımlarımı kuşların cıvıltısına uydurdum. Küçücük ama önünden biri geçse, taze çekilmiş çekirdekten yapılma sabah kahvesinin kokusuna takılmaktan kendisini alamayacağı dükkanın önünden ben de geçip gidemedim. Önündeki banka oturup parkı seyretmeye koyuldum. Çok da şey etmeden, öylesine...



Artık iyice yerel halkın oturduğu, alışveriş yaptığı, hatta pazar ayininden sonra topluca kahvaltı edip sohbet ettiği sokaklardaydım. Birden çocukluğumdaki pazar kahvaltılarımız aklıma geldi. Babam, annem, anneannem, kız kardeşim ve ben. Babamın tam pişmemiş yumurtanın kafasını çay kaşığı ile kırıp hüpleterek yumurtayı yemesi o zamanlar sinirlerimi harap etse de artık böyle bir şeyin olamayacağı ne de babamın bana bağırmasının üzüntüsünü üzerimden almaya çalışan anneannemin bana sarılamayacağı yıllara gelmiştik. 



O yüzden en sevimli en cana yakın en samimi duran yere girdim. Kendime torunları ile beraber oturan büyük bir ailenin yanındaki masayı seçtim. Meşhur İber domuzunu özenle kesen yerin de sahibi olan adamı de görecek şekilde konuşlandıktan sonra efkarlanıp güzel bir sandviç ve kahve söyledim. Ölenlere rahmet kalanlara afiyet...





Bugun pazar. Ama bütün pazarlar kapalı. En sevdiğim aktivitelerden biridir pazarları dolaşmak ama Malaga'da kısmet olmadı. Artık bir sonraki şehire kaldı. Saat 14.00'e yaklaşıyor. Alcazaba'ya gidip tepeye doğru çıkmanın zamanı. Güneş tepede. Bahçelerin, surların, küçük büyük süs havuzlarının ve akan suların arasında Malaga'yı yukarıdan görmeyi başarıyorum.




Malaga plajları da biliniyor. Buraya kadar gelmişken Akdeniz'in tuzunun vücuduma nüfus etmesi için ünlü Malagueta plajına yürümeyi düşünüyorum. Önce bir tapas bara kurulup bir kaç sey denesem fena mı olur? 





Carpacio ahtapot, guacomele ve acılı soslu karides







Plaja indiğimde biraz dinlenmek için kumlara uzandım. Denize giren yoktu. Dedektörü ile bir adam tam teçhizatlı olarak meditasyon yapar gibi ızgara biçiminde sonra diyagonal ve her santimetreyi atlamadan kumları tarayıp, bulduğunu eleğinden eleyip, torbasına atıyordu. Öyle dalmışım ki, yorgun ayaklarıma elleri ile bastırıp "massageee" diyen yaşlı uzakdoğulu teyzeden önce korktum. "Massageee, 10 euro" yu  neden reddettiğimi şimdi hala anlayamıyorum. Kadın ısrarla aynı dilde buluşamasak da ayakların da sorun var, gel direnme çok iyi gelecek diyip diyip durdu. Güzel de olurdu, hele havanın iyice bozduğunu , kumları tarayan amcaya takıldığımdan fark etmediğimden güzel bir son kazandırırdım. Olmadı. Toparlandım ve geleceği belli olan yağmurda ıslanmamak için hızlı bir yürüyüşe geçtim.


Hızla değişen hava bir köşede vaktinin gelmesini bekleyen kasvetimi ortaya çıkardı. Saatler 19 civarına gelmişken, biraz ıslanarak hızlıca bir restorana oturdum. Mürekkep balığı soslu paella tam bir hayal kırıklığı idi. Yağmur sonrası sokaklarda son adımlarımı atıp bulunduğum ruh halini kabul ederek, Malaga'daki son gecemde uykuya daldım...




İpuçları:

·       *  Malaga Katedrali / Pazar 0830-0930 ücretsiz

·       * Alcazaba / Pazar günleri saat 14.00’den sonra ücretsiz

·       * Malagueta Plajı’nda yaşlı teyzeye rastlarsanız verin 10 euroyu









30 Mayıs 2024 Perşembe

 

Şimdi ve Değişmek Yanılsaması



En çok da kendimize yalan söylüyoruz. "Şimdi" diyoruz. Şimdi şu kuşun kanadına takılacağım. Ama ağzımızdan "şimdi" çıkana kadar "geçmiş" olmuştur zaten. Şimdi zamanda bir yanılsamadır belki de yoktur ve biz kendimize bir yıkık duvar ekleriz.

Sonra, "değişeceğim" deriz. Doğayı anlamak lazım deriz. Oysa doğada her varlık kendi gibi davranır. Başka olmaya çalışmaz. Kar taneleri birbirine benzemez. Öyle ki zaten bu dünyaya bir ana babadan doğmuşuzdur. Bizi aklımız biraz erene kadar şekillendirirler ki sonra zaten değişmek pek mümkün olmaz. 

Yalan söyleriz kendimize en çok. Ve bu da tamamen bizi yıkar. Şimdi ve değişmek yanılsamasında...




26 Mayıs 2024 Pazar

 Endülüs Diyarı / Malaga - 1. Gün


700’lü yıllarda yükselen İslam’ın halife devleti Emeviler, Kuzey Afrika’yı fethedip gözünü Avrupa topraklarına çevirmiştir. Doğuda Konstantinopolis’a akınlar düzenlenirken, batıda Afrika’nın uzanıp uzanıp dokunamadığı şimdiki İspanya’nın en güney ucuna gemilerini göndermek üzeredirler.

Akdeniz ve Atlas’ın güçlü  rüzgarlarından fırsat bulunan günlerden birinde, tuzlu dalgalar ile birlikte gemiler İberya’ya ulaşır. Kıyılar daha önce de Kartaca’lılardan bildiği coğrafyanın insanlarını kendini istila etmiş gibi görmez. İberya halkının şehirleri 700 yıl süren mücadele ile dolu yıllarda, farklı bakış açıları ile yoğurulur. 




İkona, fresk dolu, tütsü kokan kiliseler yerlerini, basit, motiflerle bezeli, akan su sesleri ve büyük bahçelerle iç içe cami ve saraylara bırakır.

Zaman uzun sürse de  coğrafyaya egemen olan bu medeniyetin de sonu bir gün gelir. Reconquista amacına ulaşır ve İspanyol halk topraklarını yeniden ele geçirmesini anıtsal katedraller yaparak, sarayları ve bahçeleri yeniden yorumlayarak, yeni topraklara yelken açarak kutlarlar.

700 senede, halkların birlikteliklerinin bu muhteşem coğrafyaya etkilerini görmek, yakarış dolu tınılarını duymak, damak ve dilimde tatmadığım yiyeceklerin diyeceklerini dinlemek için Endülüs diyarına seyahat etmek süslü hayallerimden biri idi. Böylesi bir deneyim ancak uzun uykulardan uyanılan renkli bir ilkbahara yakışırdı.

İnsanın başına gelmesinden endişe duyacağı bir olayda, güveneceği birinin , bir şeyin olduğunu bilmesi onu güçlü kılar şüphesiz. Mesela bir şehirdesin bilmediğin, daha önce hiç gelmemişsin. Hava kararmaya başlamış. Şehrin, bütçenin yettiği bütün otelleri dolmuş. Üstelik yorgunsun, çabaların sonuçsuz. Bir sokak köşesindesin. Bavulun ve bütün gün ayakkabının içerisinde, kokmadan durmayı başarmış ama yorulmuş ayaklarınla. Ve diyorsun ki en kötü daha çok para verir daha çok yıldızlı bir otelde bu geceyi geçiririm. Evet bunu yapabilecek paranın olduğunu bilmek sana güç verir. Ama asıl güç kendine ve hayata güvenmektir. Eğer otel bulamazsam şu koca katedralin bir basamağını yatak, ayakkabılarımı yastık yapar, sabaha çıkarım deme cesaretidir.

Cumartesi geceleri Malaga çok kalabalık olurmuş, öğrendim. Üstelik İspanya’da konaklayacaksanız, önceden rezerve ettiğiniz oda ve yatak biçiminin değiştirilmesi diğer ülkelerden daha yüksek olasılıkmış, gördüm.




Buraya Sofya’dan, sevgilimi ardımda bırakarak geldim. Hüznün ağırlığı ve uzun yolculuğun yorgunluğu üzerimde. Bir katedralin basamağını yatak yapabilecek kadar da cesur değilim henüz. O yüzden rezerve ettiğimden farklı olduğu için iptal ettiğim odanın yerine maalesef çok daha kötü bir odayı yüksek bir meblağ ödeyerek kiralamak durumunda kaldım. Saat 22’yi buldu ama yeni bir şehri keşfetmenin heyecanı, yeni tatlara aç olan bir mide, ağız şapırtısı ile birleşince ayaklar mecbur oldu. Ah bu ayaklar. Akılsız başın da aç midenin de damak zevkinin de yükünü çeker.

Yeni bir şehrin ilk defa sokaklarını yürümeye başlamak ne keyiflidir. Gözleriniz keşfetmek için deliler gibi inceler. İşte bak burada koca bir nehir varmış zamanında. Unutup gitmiş bu şehri. Köprüleri bırakmış ben buradaydım diye hatırlatmak için kalanlara. Kalana zordur zaten. Acıyı da unutmak lazımdır yoksa yaşayamazsın. Bu şehrin insanları da yaşamak için sokakları doldurmuş, birbirlerine neşeli hikayeler anlatıyor, renkli tabaklardan ve koyu kan kırmızı şaraplardan içerek kuruyan nehri unutmaya çalışıyorlar.






Bir an önce güzel bir yere oturalım diyen midem, kriterlerimize göre arama yapan gözlerim. Pek mümkün değil, her yer tıka basa dolu. Limana iniyorum. Kocaman, uzun bir yürüyüş yolu var. Özellikle gemi ile gelen turistler burada. Çok durmadan yerel halkın gittiği bir mekan aramak için iç bölgelere geçiyorum. Tam ümidi kesecek iken müthiş kokuların geldiği bir tapas bar çarpıyor gözüme. Bu sefer şansımı zorluyorum ve bana barda bir kişilik masa veriyorlar. Bar dediğime bakmayın. Bildiğimiz şekilde değil bu barlar. Evet içki var ama asıl rol küçük tabaklarda ya da bir dilim ekmeğin üstünde sunulan yiyeceklerde. Barın önünde orta büyüklükte bir mangal. Mangalcıbaşı bir ahtapotu atıyor, sosisleri alıyor, bir kaburga atıyor, pirzolaları koyuyor. Yaşlı amcalar 1-2 tapas eşiğinde şaraplarını yudumluyor. İspanyolcam yok. Yemeklerin içerisinde ne olduğunu anlamak biraz stres yaratsa da verdiğim kararlar mükemmel. Domuz parçaları olan güveçte bakla, tereyağında karides, chorizo ( baharatlı domuz sosisi) ve 2 bardak bira…

Midem, gözüm, aklım “eyvallah” yatabiliriz dedi ayaklarıma.

İyi geceler…


İpuçları:

* Malaga cumartesi geceleri aşırı kalabalık. Konaklama için önceden rezervasyon yapın ve fiyatların daha yüksek olduğunu not edin.

* İspanya'da yemek yiyecekseniz saat 20.00-22.30 arası yerler çok yoğun. Daha önce ve daha sonra rahat edebilirsiniz.

* Malaga havaalanından merkeze trenle ulaşmak çok kolay.

23 Mayıs 2024 Perşembe

 

Gündüz düşlerimi astım,
ılgın ağacının gölgesine.
Tepelerden gelen adaçayı kokusunu,
bıçak gibi kesiyor kayalıklar.

Nereye dönersen dön yüzünü,
denizlerim sana doğru yükseliyor.
Esen rüzgar, kayalarla kesilmiş adaçayı kokuları.
Canlandırıyor düşlerimi,
ılgın ağacının gölgesinde.
Sana doğru.






27 Mayıs 2016 Cuma

Kıyılarına vurdum sessizce, aniden.
Rüzgarsız bir gecede
Bilemedin kim olduğumu
Yosun dudaklarımla öptüm seni
Bütün içimi dökmek istedim.
Balık gözlerimi,
Çakıl taşlarımı,
Deniz fenerlerimi,
Kürek mahkumu forsalarımı.
Hepisini bil.
Sar yaralarımı.
Martı kanatlarımı....

13 Mart 2014 Perşembe

Tarlamızda açan düşlerimiz !

Dile kolay...Tam 12 yıldır hayal ettim. Toprağa dokunmayı... Ben orada olmasam da bilmek istemeyi; bir yerlerde rüzgarın, ağaçların yapraklarının arasından esip geçtiğini, uçan kuşların dinlenmek için dallarına konduğunu, belki geceleri bir tilkinin, bir domuzun orada dinlendiğini....

Bir insan ömrü için uzun ve yorucu bir yol yürüdüm. Düştüm, tökezledim ama yılmadım. İstediğim,  insanoğlunun modern ve türevleştirilmiş düzeninden uzaklaşmak, sadece basit olanı yapmak, bir dağın başında, öz olmaktı. Bir karıncanın yürüyüşünü saatlerce izlemekti.





Şimdi herşey yeni başlıyor.
 Bu yürüyüşte beni yalnız bırakmayan anam, babam, kardeşim, dostum.
Hep gücünü hissetiğim Allah'ım,
Yaprakların arasından esecek rüzgar,
Dallara konacak kuşlar,
Gece beraber yıldızları seyredeceğimiz tilki,
Yuvasına yiyecek taşıyan karınca,
Seviyorum sizi.......


8 Ağustos 2013 Perşembe

İznik Gölü'nde Huzur

İstanbul'a çok yakın. İmparatorluklara başkentlik yapmış, konsüller toplanmış. İki sıradağ arasında saklı bir hazine. Hala gözlerden uzak. Sakince keşfetmek ve keşiflerini içlerinde saklamak isteyenler için şarkılar söylüyor kulaklarımıza...
 
 
 Huzur içinde göl kenarında eşsiz birkaç gün yaşamak, bir kervanın geçisini uzaklardan seyretmek, yüzyıllar öncesi kadim bilge bir şehirin yanıbaşında...
 






Yazın gölde yüzmek, kışın şömine başında kitap okumak...
 
 

Tarihi şehire kısa bir tur, dağlarda gezinti...
 
 

Ilıcada sıcak su keyfi, tariflerini bulamayacağınız yemekler, dostluklar...
 
Hepsi, daha fazlası ve bilgi için  dustarlalari@gmail.com 'a mail atınız.
 
 

18 Temmuz 2013 Perşembe

Londra'ya Doyamadım-2 !

Ne yesem ne yesem ?

Tayland lokantasında kızarmış ördek yesem. Çıtır çıtır. Tayland ve Çin mutfağını bir gün orjininde de yemek kısmet olur inşallah.

 
 
İngiltere'ye gelip fish&chips yememek olmazmış. Buyrun size iki ayrı fotoğraf. Birini Betül (birasız olan) birini de ben Leicester'da meydana bakan bir fish&chips lokantasında yedim. Mezgit ve morina balığından yapılıyor. Bol yağda kızartıldığından ben kızarmış dış kabuğunun bir kısmını soyup, lop beyaz eti, patates ve bira ile götürdüm. Haftada bir yenir. Cuma akşamı iş çıkışı bu menü ile oturup 8-9'a kadar takılınıp, evde Irish Cream'li çay ile güzel film seyredilir. Odanın camı açılırsa ve bir de esen rüzğar var ise tam mayışmalık olur.
 







Üniversite hayatımda sosisli üzerine eğitim yapmış olduğumdan, yurtdışında gerçek bir sosisli sandviç yeme konusu beni her zaman heyecanlandırmıştır. Çocukluğumuzda fimlerde seyrettiğimiz el arabalarında satılan, her türlü sosu bulabileceğiniz sosisli sandviçler hayallerimizi süslemiştir. Ne kadar evde sosisli partileri yapsakda iyi malzemeyi bulamayınca bir yerde takılıyorsunuz. Bizim genç iken çok fazla tartıştığımız, sosisin sandviç içindeki yerinin en altta ve sonra sos ve malzemeler mi yoksa malzemeler altta sosis üstte mi olması konusu, yurtdışında çok daha efektif bir durumla çözülmüş. Sandviçi ikiye ayırmadan ortasını deliyorlar ve sosisi yerleştiriyorlar. Ala ! Bu benim her zaman savunduğum sosisin altta ve sosun üstte olması tezine daha yakın bir sonuç. Çünkü ben sandviçi ısırırken sosisin sandviçten fırlamasına tahammül edemem. O sandviçi orda bırakıp da gidemem. Bu daha fazla peçete tüketmeme neden olur. Üç yerde yediğim sosisli çok güzeldi. Biri aşağıda fotosunu bulabileceğiniz Portobello pazarında Alman teyzelerden yediğim, diğeri British Museum önünde yediğim, son olarak da Jamie Oliver'in sosisli sandviç dükkanında yediğim. Jamie sadece sosisli yapan zincir açmış. Çok fazla görmedim ama başarılı. Başka bir yerde sosisli sandviç  yemedim sanırım; demek ki tüm sosisli sandviçleri beğenmişim:) Yok yok ilk gün saçma sapan bir yerde yemiştim; o kötüydü.

Son gün bu kadar emek verip sokaklarını yürümüşlüğümüzün, önümüze  çıkan hiçbir yemeğe burun çevirmeyişimizin mükafatını fazlası ile gördük. Karşınızda Borough Market ve onun harikaları...

Borough pazarının adını duymuştum ama inanın bu kadar da olmaz. Tam da demo gününe denk gelmişiz (perşembe). Aşağıda fotoğraflarını göreceğiniz ürünlere ağzım açık dolaşarak baktım. Son günlerde olmamız nedeni ile paramız azalmıştı. Ama gereken herşeyi yaptık. Özellikle deniz ürünleri beni hayran bıraktı. Çiğ istridye ve deniz tarağı yeme tecrübem yoktu. Deniz tarağının çok güzel olduğunu söyleyebilirim.


Deniz ürünleri ne ararsanız...






Mantarın onlarca çeşidi...





 
Prosciutto; el emeği göz nuru...
 
 
 
Pie'lar....
 
 
 
Biz yedik Allah arttırsın. Sofrayı kuranlar kaldırsın...



10 Temmuz 2013 Çarşamba

Londra'ya Doyamadım-1 !

Kafamı nereye çevirsem tadacak yeni bir lezzet ! Sınırlı bütçeyi unutup, yapabilecek tek şey son penny'e kadar yemek...

Londra'ya gelirken en büyük hayalim gece 03 sabah 09 arası açık olan Smithfield'daki et marketinde kasaplarla birlikte böbrek, sosis, yumurta, fasülye yemekti. Hedefimi çok düşük tutmuşum. Cumartesi günü iner inmez ne yapacağımı bilmez bir halde Sainsbury marketin hamur işi reyonuna daldım. Bu kadar mı lezzetli olabilir sıradan bir marketin içerisindeki ekmek reyonunda kremalı, bademli, meyveli hamur işleri? İngiltere'ye göre hem ucuz hem de açlığınızı rahatlıkla bastıracak kaliteye sahip. Portobello marketin kapanışına yetişebilmemize rağmen, geç kalmışlığı son sosisleri kalan bir el arabasından sosisli sandviç alarak telafi etmeye çalıştık. Sonuç berbat...

Konakladığımız Bayswater'da bir Tayland restoranını gözüme kestirmiştim. Kestirmekten öte içeri girmemek için zor tutmuştum kendimi. Market dönüşü içeri daldık. Bu seyahatte tüm sınırlamaları kaldır diye ayarlarımı düzenlemiştim. Onun için menüden ilk tercihim ballı kızarmış domuz oldu. Betül'e de ördek söylemiştik. Ördek domuzdan daha iyi idi. Ayrıca David'in söylediği buharda sebzelerle pişmiş deniz tarağı da favorilerim arasındaydı.

Tayland ve Çin lokantalarının vitrinleri inanılmaz çekici oluyor. Kendi adıma her lokantadan içeri giresim geldi.





Pazar günü sunday roast günü. Orta karar, mahalle arası bir pub'a gittik. İçilecek çok bira vardı. Tadabildiğimiz kadar tattık. Roast'u da son lokmasına kadar götürdüm.


 

Dönüşte Leicester'daki Çin mahallesine uğradım. Değişik ne yiyebilirim derken, bir lokantada salyangozu gördüm. Fakat ufak tadımlık olarak satılan menülerini 17'ye kadar veriyorlarmış. Normal menülerinde de salyangoz yoktu. Yeri kafada sabitleyip ertesi gün kapılarını çaldım. Baharatlarla pişirilmiş salyangoz ve siyah fasülye sosunda midyeyi yerken ağzımın suları aktı, ayıp oldu müşterilere...


Camden Town pazarı. Ortak karar. Gözümüze kestirdiğimiz yiyeceklerden alıp paylaşacağız. İşte sırası ile.

Macar gulaş. Et suyundan geçilmiyor. Ekmek olup banılasım geldi.

Tütsülenmiş dana ve domuz. Bu seyahatte yediğim en iyi yemekler listesine girer. Kaçıncı diye sormayın. Yazarken düşündüm ama sıralama hakkında daha sakin bir zamanda düşünmem gerekecek. Zira bu yazıyı oruçlu ve iftara üç saat kalmışken yazıyorum...



 

Domates ve soğanla doldurulmuş bebek ahtapot , kalamar ve ızagara ahtapot...

Üzerine nutellalı ve maple şuruplu pancake ?