Eskiden odanın penceresini açıp açmamakta kararsız kalmazdı. Güneş odaya girip, gözlerinin hala görmeye alışmadığı gergin ve diri olmayan elinin derisini yaksa da, camı açtığında içeri giren rüzgar üşütüyordu. Hastalanma ve iyileşme süreci artık çok zordu, o yüzden cam kapalıydı. Camın kapalı olması, bahçenin hemen ardından geçen trenin sesini biraz azaltsa da, yine de her geçişi lokomotif ve tüm vagonlarını izleyecek kadar yeterli seviyede idi. Tren saatleri pek şaşmazdı. Sabahları 10 dakikada bir geçerdi. Zamanla kendine bir rutin tutturmuştu. Güneş mutfağı terk ettikten sonraki ilk trende kalkar, üzerini giyinir ve beş dakika mesafedeki parka yürürdü. Bir kaç sene önce, hangi sene olduğunu unuttuğu bir zamanda parkta tanıştığı Olena ile biraz sohbet ederlerdi. Her gün onunla konuşmak, yataktan kalkmak ve hayata katlanmak için tek sebepti. Olena ne düşünüyordu? Doğrusu umurunda değildi. Hayatta o kadar düşünmüştü ki, zihni şimdi kocaman kuru bir çöldü. Sonsuz kum düzlükleri.
Uyandıktan sonra yataktan hemen kalkmamaya gayret ediyordu. Zaman artık genişti. Dostları ve arkadaşlarının çoğu ya ölmüş ya da araya yorgun vücutların kaldıramayacağı mesafeler girmişti. Böyle olsa da yatakta çok fazla kalamıyordu. Yavaş yavaş oturur pozisyona gelip, yanındaki dolabı tutarak ayağa kalkıyordu. Tuvalete yaklaştığında, apartmanın boşluğundan hafif bir makine yağı kokusu geliyordu. Bina eski olmasına rağmen hala çalışan bir asansörü vardı ve bakımı sıkıca takip ediliyordu. Asansör aşağı yukarı hareket ettikçe teknik aksamından gelen koku bu boşluğa bakan camlardan içeri hafifçe süzülüyordu. Kokuyu sevmiyor değildi. O da yaşama dair bir şeydi ve şu anda ihtiyacı olan en önemli konu hayata dair olmaktı. Yüzünü bir kaç su darbesi ile yıkardı ki suyun soğukluğu bunu yeterli kılardı. Saçları artık tek tük kaldığından, yataktan kalktıktan sonra düzeltmek gerekiyordu. Hoş artık yaz dışında bere takıyordu. Bere takmayı da tercih etmezdi de hayatın bu enlemlerinde bazı şeyler keyfi değildi. Sakalları ne çabuk uzamıştı. Oysa her pazartesi keserdi. Yaşlandıkça daha çabuk uzuyor olamazdı. Olabilir miydi? Neyse daha günlerden salı idi. Haftaya kadar bekleyebilirdi. İki günde bir sakal kesmekle uğraşmayacaktı.
Daire kapısına kadar yürüdü. Gazeteyi bırakmış olmalılardı. Televizyon seyretmezdi. Her sabah gelen gazete ve radyosu yetiyordu. Televizyon izlemek başını da ağrıtıyordu. Kapının kilidini açtı. Karanlık koridor, yıllardır gördüğü sureti hala hatırlıyordu ki lamba yandı. Gazeteyi gıcırdayan dizlerini yavaşça kırıp aldı. Serin havada gazeteyi tutan elleri ısındı. Kapıyı kapatıp mutfağa geçti. Gazeteyi eskimiş tahtadan küçük masanın üzerine iliştirdi. Çeşmeden su doldurup ocağa koydu. Saat kullanmıyordu. Ne evde ne kolunda. Zamanın aktığını görmek istemiyordu. Sabahları ekmek, peynir ve kahve yetiyordu. Buzdolabını ekmek çıkartmak için açtığında ekmek kalmadığını gördü. Oysa her zaman bir hafta yetecek ekmek tutardı dolapta. Anlam veremedi. Gazetedeki haberler çok ilgisini çekmese de zamanı geçirmek için okuyordu. Küçük yazıları okumak kolay olmuyordu. Bazen kelimeleri hatta cümleleri atlıyordu, farkında idi. Evin içi güneşi sabahları alıyordu. Sonra geçip gidiyordu. O da günü hissedebilmek ve yalnızlığını geçiştirmek için evden çıkıp parka gidiyordu.
İşte bir tren daha geçti. İnsanlar bir yerlere koşturuyor. Trenler onları yetiştiriyor. Su kaynadı, tekrar kalkıp kahve yapmak lazımdı. Böyle tekrar tekrar oturup kalkmak zorlardı. Hem ağrısı hem halsizliği vardı. Kahveyi de yapıp masaya tekrar oturdu. Olena ne yapıyordu acaba? O kadar zamandır tanıyordu ama ne Olena kendi evine gelmişti ne Olena'ya gitmişti. İkisi de yalnız yaşıyordu oysa. Ne güzel olurdu evde anlaşabildiği biri olsaydı. Olena ile evde anlaşabilir miydi acaba? Bu soru hakkında o da düşünüyor muydu? Olena'yı gördüğünde bunu soracaktı. Güneş odayı terk etmiş, tren geçip gitmişti. Olena ile nerede buluşuyordu, hatırlayamadı. Tuvalete gidip, makine yağı kokusunu burnuna çekti. Kendini halsiz hissediyordu. Odasına gidip yatağa uzandı. Geçmiş yıllarda deniz kıyısına iner, hem Karadeniz'in dalgalarında serinler, arkadaşları ile küçük kırmızı karidesleri çerez yapıp bira içerlerdi. Denizden gelen tuzsuz rüzgar vücuduna masaj yapardı sanki. Rüzgarın yine estiğini duyumsadı sanki. Gözleri yavaşça kapandı, ağzında leziz karides tadı ile.
İki gün sonra polisler kapıyı kırıp girmek zorunda kaldılar. Olena iki haftadır parkta karşılaşmayınca, karakola gidip, alzheimer olan arkadaşının adını vermiş ve kontrol etmelerini istemişti. Polisler adresini tespit edip gittiğinde açlıktan öldüğü ortaya çıkmıştı. Odayı terk eden güneşten sonra geçen tren ile dışarı çıktığını artık hatırlayamadığı için eve hapis kalmış. Günlerce aynı döngüde yaşamıştı. Odesa'da bir tren çok geç kalmıştı.
Bilgisizligimi mazur gör lütfen , bu hikaye tamamen senin kalemindenmi yoksa alıntı mi. Yapılan betimleme kısa hoşuma gitti. keşke zamanında odesaya gitseymisiz. Tren bizde kacmis ;))
YanıtlaSilNe demek rica ederim. Tamamen benim dus tarlalarimdan:) 2019'da gitmistim. O zamanlardan beri boyle bir taslak vardi aklimda. Simdiye kismet oldu.
YanıtlaSilMükemmel akmış yine, bildiri geldiğinde hemen işi gücü bırakıp okumaya başladım dostum. Bağımlı mı oldum tutkun mu bilmiyorum ama tarih yaprakları zihnimde canlanıyor sayende, iyi ki varsın 🙏🙏🙏
YanıtlaSilSağ olasın. Sen de iyi ki varsın😊
YanıtlaSilTebrik ederim.Eline sağlık
YanıtlaSil