Yıl 995. İstanbul İktisatta ilk yılım. Bütün kış çok sıkıcı geçiyor. Aylak geçen günler bana bir şeyler yapmam gerektiğini fısıldıyor. İçimdeki seyyah ruhu çırpınıyor ama maddi olanaklar ancak her ay Atlas dergisi alıp okumaya imkan veriyor. Buna bir de cesaretsizlik eklenince yerimden kıpırdayamıyorum. Yine böyle günlerden birinde, bir Şubat akşamı odamda duvara yaslanmış duran bisikletime gözüm takılıyor. Hep aklımda olan ama düşünmeye bile cesaret edemediğim bir fikir tüm ruhumu aydınlatmaya başlıyor. Evet delice ama bu şartlar altından ihtiyacım olan da bu. O zamanlar böyle bir seyahat yapıldığında Atlas dergisine konu olabilir ya da ancak yabancılardan duyardınız. Bisikletle Ege'ye gitmekten bahsediyorum. Tek değil de bir yol arkadaşı ile gitsem birbirimize destek oluruz. Pek arkadaşım yok, bisiklete binmekten keyif alıp böyle bir yolculuğu göze alacak ise hiç yok. Defanstan bir forvet çıkarmam lazım. Aklıma liseden sıra arkadaşım Uğur geliyor. Bütün yaz bisiklet üstünden inmezdi. İlk söylediğimde imkansız buldu. Nasıl yapacağımızı anlattıkça kabul eder hale geldi. Aslında kabul edeceğini hiç ummuyordum. Zamanla benden daha çok ister hale geldi. Ailemi daha doğrusu annemi ikna etmem çok daha zor oluyor. Aylarca kabul ettiremiyorum. O da zamanla endişesini yenemese de onayı veriyor.
Bütün yazı kurtaracak tek planım bu. Hatta 30 yıl ileriden baktığımda hayatımda aldığım en doğru kararlardan ilk aklıma gelenlerden. Antremanlar bahar boyu sürüyor. En çok korktuğum bisikletin arızalanması. Çünkü lastik tamiri dahil bilmiyorum.
14 Temmuz saat 19.00'da bizi İzmir'e götürecek feribot Saraburnu'ndan kalkacak. İzmir'den Bodrum'a 500 kilometrelik bir rotamız var. Bir hafta civarında pedal basmayı hedefliyoruz. Apartmandan sokağa çıktığımda annemin camda ağlamasını unutamam. Beni de garip bir ruh hali aldı. Bu daha sonra sevdiklerimden ayrı bir yola çıkacağım zaman hep böyle oldu. Dolayısı ile hayatımda uzun bir seyahate çıkmak çok kolay olmadı benim için. Sokağa inince bisiklete çantaları yükleyip vedalaştım. Meraklı bakışlar arasında Sarayburnu'na doğru yola çıktım.
Sarayburnu'na vardığımda dostum Zafer ve kız arkadaşım bizi geçirmeye gelmişti. Feribot 3 saat rötar yapınca endişeleniyoruz. Çünkü amacımız ertesi gün erken İzmir'e varıp, 60 km ilerideki Seferihisar'da konaklamak. Feribotta 4 koltuk boş ve biz yayılıyoruz. Yanımızda biraz yolluk var ama idareli kullanmalıyız. Bütçemiz çok kısıtlı. Gece denizde açıldıkça şehir ışıkları kayboluyor. Karanlığın ortasındayız. Feribotun çıkardığı dalga seslerinden başka ses yok. Uzunca bir süre seyrediyoruz sesleri, geceyi. Yıldızlar evin penceresinden göründüğünden çok. Hava serinliyor ve içeri girip koltuklara uzanıyoruz.
Sabah uyandığımda güneş doğuyordu. Uğur'u uyandırmadan arka güverteye çıkıyorum. Çanakkale Boğazı'ndan geçiyorduk. Kimseler yok. Bir sandalye çekip bu huzurlu ortamı ileride hatırlayabilmek için olabildiğince hissediyorum. İlerleyen saatlerde hava iyice sıcaklaşıyor. Baş tarafta yatıp Yunan adalarını seyrediyorum. Ve zaman ilerledikçe başımıza geleceği anlıyoruz. Çok geç varacaktık. Yolluklarımız bitmişti ve biz feribotta bu kadar paraya bir şey yemek istemiyoruz. İzmir'e saat 19.00'da varıyoruz. Şimdi olduğu gibi cep telefonları, navigasyonlar olmadığı için yolumuzu bulmak kolay olmayacak. Nasıl bir çözüm bulacaktık, bilmiyorduk. Bu akşam Seferihisar'da olmalıydık. Bisikletlerimiz arabaların olduğu bölümde. Yanlarına gidip çıkmaya çalışırken, "nereye gidiyorsunuz", "inanmıyorum", "dalga geçiyorsunuz" laflarını onlarca kez duyuyoruz. Bu bizi şevklendiriyor. İstanbul'da da yapamayıp erkenden geri döneceğimizi düşünen çok arkadaşımız vardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder