5 Kasım 2024 Salı

8 Günde 8 Antik Şehir - Bölüm 1

 


Zeytin hasat zamanı her gün zeytinleri dallarından toplayıp, mis gibi yağlara dönüştürdükten sonra kulübemde yorgunluktan sızmadan önce Güney Ege'nin antik şehirlerine yeni bir seyahatin hayalini kuruyordum. Ekim sonu zeytin işleri bittikten sonra hızlıca toparlanıp çok da plan yapmadan Denizli-Pamukkale'ye doğru yola çıktık. Tarih, yemek, coğrafya, macera ve hikayelerden oluşacak bu seyahatin sınırı belli değildi. Birinci günün sabahı evde kahvaltı yapıp yola çıktığımızdan, öğle yemeği için en uygun yeri aramaya başlamıştık. Manisa-Akhisar'da pideli paça için şansımız, sapağı kaçırdığımızın farkına vardığımız andan kısa süre sonra bitti. Geri dönmek bize 30 dakikaya mal olacaktı. Fakat Pamukkale'ye kadar da kayda değer bir yer görememiştim. Yolda göz ucu ile mekanlara bakarken, birden gözlerim bir şey yakaladı. Yavaşlayıp geri geri gittiğimde burada bir şeylerin iyi yapıldığını hissettim. İsim sıradan gibi gözükse de hayatımızda yediğimiz en iyi ciğeri yedik. Çöp şiş de harika idi. Lahmacun da yenmeden gidilmezdi. Manisa Ahmetli'deki Ciğerci Ustam sevgili Mehmet Yaşin'in deyimi ile damaklarımızı çatlattı.

Böylece Denizli'ye kadar aç karınlarla değil, keyifli ve tok bir iki saat geçirdik. Otele vardığımızda çay içmeye bile enerjimiz kalmamıştı. Uykuya dalmak çok kolay oldu.



İkinci gün otelde yaptığımız kahvaltıdan sonra ilk antik şehir Hierapolis'e 5 dakikada vardık. Hierapolis, Ephesus'tan sonra gördüğüm en turistik antik şehir. Turist sayısı oldukça fazla. Buna içerisinde bulunan antik kalıntıların arasında yüzdüğümüz açık termal havuzun da etkisi var. Ayrıca Pamukkale travertenlerine gelenler de şehre uğradığından yoğun bir şehir. Üç yıl önce Hierapolis'e geldiğimde havuza girememiş ve içimde kalmıştı. Bu sefer hazırlıklıydık. Müze kart ile çok uygun bir fiyata havuza girdik ve  bir saat havuzda kaldık. Suyun sıcaklığı o kadar ideal ki insan çıkmak istemiyor. Zaten antik kalıntıların arasında başka nerede yüzebilirsiniz ki? Muhteşem bir deneyim. Daha sonra yine antik dünyanın en etkileyici manzaralarından birine sahip Hierapolis tiyatrosunda bir oyun değil ama güneşin Pamukkale travertenlerinin üstündeki gösterilerini seyrettik.


Koca günü yemek yemeden geçirmiştik. Akşama kopacak tantananın ayak seslerini duymuyor değildik. Denizli şehir merkezinin huzurlu ve sakin sokaklarından yürüyüp, Denizli kebabı yemek için Kebapçı Kerim Salur'a oturduk. Usule göre çatalsız, bıçaksız soğanlı, yumuşacık pideli, kuru biberli, tandır etlerini sınır olmadan yiyebilirdik. İrademize nefsimiz de yardım etti ve bir yerde durduk. Üzerine bir demli çay ile otelimize dönüp yine uykulara daldık.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder