3.gün Aphrodisias kentine doğru yola çıktık. Denizli ovasından dağların yamacına doğru tırmanırken kent gittikçe küçülmeye başladı. Solumuzda dimdik dağlar kendilerini hayran bırakıyorlardı. Kente yaklaşırken bir orman patikasından içeri girip, sessizlik içerisinde çay demleyip içtik. 4x4 bir aracın olması ve altının hafif yüksek olması yollarda insanı özgürleştiriyor. Sürekli çamura saplanıp kalan biri olduğumdan yine de çok cesaretlenmemeye gayret ediyorum. Aphrodisias'ın girişinde müze mağazası en beğendiklerimden. Öyle sessiz ve şirin ki. Kentin girişindeki bir çok yüzün bulunduğu mermer levha çok ilgi çekici.
Aphrodisias'ın alameti farikası her ne kadar stadyum ama buradaki büyük yüzme havuzu, şu anda boşta olsa, o zamanları hayal etmek için insanı zorluyor.
Bouleterion yani millet meclisi ve tapınakta biraz vakit geçirdikten sonra sıra yemeğe geliyor. Uzun süredir listemde olan ama gitmek fırsatı bulamadığım Tavas'taki Bağlar Kokoreç'e uğruyoruz. Hem halka porsiyon hem yarım ekmek yiyoruz. Kokoyu çok seven biri olduğum için rahatlıkla söyleyebilirim ki kötü değil ama beni de benden almıyor. Çok daha iyi kokolar yemiştim.
Akşamı dün keyfine doyamadığımız Hierapolis antik havuzunda noktalamak istiyoruz ve sıcak sulara kendimizi bırakıp kapanış anonsuna kadar günün yorgunluğunu atıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder