50 yaşımı geçtiğim coğrafyamın bu meridyeninde, günler daha kısa geceler daha mı uzun, geceler daha kısa günler daha mı uzun olur bilemem. Yılın kaç günü yağış alır, ne kadar güneş ışığı görürüz onu da bilemem. İşin aslı bu meridyenlere gelince bir şey bilmenin çok da önemi yok. Yani sana bu meridyenlerden bir şey anlatamayacağım. Ama sana çok iyi hatırladığım başka bir şey anlatayım.
Muhtar Bekir, Bostan mahallesinin çok uzun yıllar muhtarıydı. Bana kalırsa tek muhtar o idi. Sadece Bostan mahallesinin değil, tüm mahallelerin. Babamın dükkanına bitişik, küçük bir labirenti andıran muhtarlığa onca yıl bir şey talep etmek için gelen mahalleliyi hiç görmemiştim. Muhtar Bekir ne yapardı, nasıl seçilirdi, bu kadar sevilir miydi diye sorma. Muhtar Bekir ezelden beri muhtar idi. Seçilmesi ya da bir iş yapması gerekmezdi. Muhtar Bekir'in küçük labirentlerinden sonra ulaşılan yazıhanesinde - sanma ki kocaman bir yerdi. Sadece ben o zaman 6-7 yaşlarındaydım- kocaman kahverengi deri kaplı ama bazı yerleri parçalanmış döner koltuğunda uyuması meşhurdu. Uyuduğunu zaten tüm mahalleye gündüz horlamalarıyla duyururdu. E o vakitte kimse girip onu uyandırmaya cesaret edemezdi. Hadi diyelim ki bir kendini bilmez geldi ve adımını attı içeri. Küçük koridorda Joe yakalardı ki onu. Joe'nun acıması da yoktu. Öyle havlayım kaçsın falan. Her şeyin dobra olduğu bir dönemden bahsediyorum burada. Joe paçasından güzel bir ısırık alırdı. O ısırığı gösterirsen senin ikametinin Bostan mahallesi olduğunu anlaşılırdı. Al sana ikametgah. Hem de parasız.
Sonra, sonra ne yapar mıydı Muhtar Bekir? Muhtar Bekir'in yanında hep kilitçi çalışırdı. Bizim dükkan kaporta boya, Hidayet Amca motor. Kilitçi aranan bir hizmetti. Böylece Küçükodalar sokakta bir arabanın bir çok şeyi halledilirdi. Bekir Amca -buradan sonra Muhtar Bekir'e Bekir Amca diyeceğim- anlaşılması zor bir adam değildi, o yüzden ben yanında çalıştırdığı iki usta hatırlarım. Kilitçi Erol ve Kilitçi Mehmet. Şimdi o zamanlarda ve bizim o küçük dünyamızda isimler yaptıkları işler ile anılırdı. Bazılarının unvanları ustalıklarının önüne de zaman zaman geçerdi. Mesela babam çok iyi bir boyacı ustasıydı. Genelde Doğan Usta diye anılır ama babamın deliliklerini gördükten sonra insanların aralarında Deli Doğan diye konuşanlar olduğu bilinir.
Bekir Amcanın yanında ise Hidayet Amcanın vosvos tamirhanesi vardı. Hidayet Amca Antalyalı, renkli gözlü, sakin , hatırladığım hep beyaz VW Type 3'ü kullanırdı. Yanında da İbrahim Usta çalışırdı. İbrahim Usta da Hidayet Amca gibi sakin, gözlerini sürekli kırpan, kendini işine adamış bir adamdı. Hatta Hidayet Amca yıllar sonra dükkanı ona devredip bu diyarlardan çekip gitmişti. Dükkanın içinde bir asma katta yazıhaneleri vardı. O zamanlarda dükkanlarda, dükkanın içinden merdivenle çıkılan yazıhaneler vardı. Hem tüm dükkanı gözlemleyebileceğiniz hem patronun dinleneceği, ısınacağı , hesap kitap işleri ve müşteri ile pazarlıkların yapıldığı yerler. Bizim dükkanda da vardı ama bizim yazıhane arkada boyahanenin içinde geride kaldığı için babam dükkanın girişinde zemin katta yeni bir yer yapmıştı. Bu yazıhanelerde ya da çoğunlukla ustaların giyindiği yerlerde çıplak kadın posterleri olurdu. Öylesine, normal bir şeymiş gibi, Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray posteri gibi. Böyle ufak tefek detaylar benim ufak tefek zihnimde yer etmişti. Hatta şöyle donakalmış bir fotoğraf da var. Turuncu ya da kırmızı bir 1302 VW. Motor kaputu açık. Altta yatma tahtası. Yatma tahtasını geçiştirme bak. Bir şeyi iyice mikro incelemek, anlatmak için ateşten halüsinasyonlar gören bir beyin düşün. Nasıl da küçük detaylar büyür ve çıkamazsın o döngüden. Öyle düşün. O yatma tahtaları genellikle küçük tahtaların birleştirilmesinden oluşan bir adam boyu ve bir adam eninde tahtalardı. Arabaların altına yatıp, tamir ederken kullanılırdı. Bazen bir boyacı ustası, gelip boya tabancası ile bir fıs atar bir yerine. Kaportacı adını kazır. Motordan damlayan yağ çıkmaz leke kalır. Dükkanın bir duvarına yaslanmış yatma tahtaları. Gelir biri çay bardağını koyacak başka yer yokmuş gibi, köşesine iliştirir. Düşeceğinden endişe etmez. Çırak küçük bıçağı ile çentikler atar. Yatma tahtası bütün bunları sinesine çeker. Gelir biri onu aracın altına atar, üstüne yattığında bütün bunların acısını çıkarmaz, yerine tekrar geçeceği zamanı bekler. Ha bazen çırak yatma tahtasını yerine de bırakmaz, sulu bir yere atar. Yatma tahtası yine laf etmez. Ama yatma tahtasını kıymetini bilen büyük usta, patron gelip de bunun hesabını sorunca, işte o zaman yatma tahtası bir zamanlar ağaç olduğu günleri anımsar.
Ne demiştik turuncu ya da kırmızı 1302. Motor kaputu açık. Altında yatma tahtası. İbrahim Usta gözlerini kırpa kırpa Hidayet Amca'ya anlatıyor. Hidayet Amca'nın elleri belinde. O sırada Muhtar Bekir uyumaya başladığını haber veriyor horlaması ile. Joe nöbetin başladığını anlıyor. Kilitçi Mehmet'in küçük yaramaz oğlu, sıcaktan o kadar bunalmış ki hortumla sokakta kendini ıslatıyor. Ben mi? Babam fırına ekmek almaya gönderiyor. "Beni Doğan Usta gönderdi de, 4 tane pişkin ekmek versin".
Not: Sevgili Bekir Amca, babam, muhtemelen onlara eşlik etmiş olan Hidayet Amca'nın güzel ruhlarına selam ederim...