endülüs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
endülüs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Temmuz 2024 Pazar

 ENDÜLÜS DİYARI - CORDOBA - 6. ve 7. GÜN

      Bilen bilir. Lakabım El Cordobes'dir. El Cordobes kimdir? Neden bu lakabı almışımdır? 2003 yılında kurumsal hayatımın başlarında, daha genç, hayata tutunmaya çalışan, risk almadan her gün nerede ise aynı şeyleri yapardım. Bir gün  çalıştığım şirketin lojistik direktörü Nurettin Bey geldi. Masama oturup:
- Ne yapıyorsun sen?
- Çalışıyorum.
- Kaç yaşındasın?
- 28
-28 yaşındasın ve her ay masrafları kontrol edip, muhasebeleştiriyorsun. Bir sonraki ay geliyor, sen masrafları kontrol ediyorsun, muhasebeleştiriyorsun ve bunu her ay yapıyorsun. Öyle mi?
      Evet dediğimde bana o güne kadar duymadığım El Cordobes'in efsanevi sözünü söyleyip gitti.
"Angelita, sana bu akşam ya bir ev alacağım ya da yasımı tutacaksın."

*     *    *    *    *   *    *    *    *    *    *    *    *    *    *   *    *    *    *    *    *    

     İşte Kurtubalı'nın memleketine gelmiştim. Kendime örnek aldığım matadorun barda oğlu ile fotoğrafını görmek beni gururlandırdı. Arenalarda ismi haykırılan El Cordobes; artık herkes seni alkışlıyor ve kimse yas tutmuyor.



      Cordoba tren garından otele kolayca yürüdüm. Otele eşyalarımı bıraktım. Yakındaki bir kafeye oturup, bir kahve ve pan con tomate söyledim. Adı gibi havalı olmasa da tadı mükemmel olan domatesli ekmek aslında. Kızarmış ekmek üzeri zeytinyağı, rendelenmiş domates, sarımsak ve tuz. İstanbul'a dönünce de uzun süre bu basit ama lezzetli kahvaltıyı sürdürdüm. 

      Şehrin sokaklarında, hissettirmeden hafif eğimle nehrin olduğunu umduğum yöne doğru kıvrılarak ilerledim. Kurtuba camii'yi merak ediyordum ama önce nehrin akıp akmadığını kontrol etmeliydim. Ünlü Roma köprüsünü gördüğümde adımlarımı hızlandırdım. Kalbim bir ritimde yerini arayan davul gibi ses vermeye başladı. Umut hala vardı. Nehrin debisi çok olmasa da hala akıyordu.


      Şehrin turist dolu ana merkezine doğru ilerlemeye devam edip yıllarca başka bir hayalimi süsleyen Kurtuba Camii'ye geldim. Bu devasa yapıyı anlatmaya çalışmayacağım. Çünkü bu ancak deneyimlenecek ve öncesinde bu kültürü okuyup hissedilebilecek bir mekan. Avluya giriş ücretsiz ama iç mekan ücretli. Ben ertesi gün sabah ücretsiz olduğu saatte gireceğim için, içi avluda sessiz bir kısımda oturup geçmişin seslerine kulak kabartmaya çalıştım.

     Kalabalıklardan uzaklaşarak arka sokaklardan birinde galiçya usulü ahtapotu tatma fırsatı buldum. Cordoba, Nisan ve Mayıs aylarında sanat etkinlikleri ve festivalleri ile çok renkli bir görünüme bürünüyormuş, anladım. Akşam bir klasik müzik konseri var. Otele gidip dinlenip biraz enerji toplamalıyım.


      Çok isterdim sana konserden bir kesit göstermeyi sevgili okur. Fakat teknoloji kurbanı olarak telefonumdaki tüm video ve fotoğraflar silindi. Sana ancak kurtarabildiklerimi ve aklımda kalanları anlatabilirim. Şunu söyleyebilirim ki bulutlu bir gün batımında çok keyifli bir dinleti oldu. İlk kez mızıkalı bir klasik müzik icrası dinledim.

      Akşam 10-15 yiyecek mekanının olduğu bir pazara gittim. Paella yapan bir hanımefendi ile şansımı denemek istedim. Yine olmadı. Bu gezide bir daha paella denememeye söz verdim.


       7.günün sabahı (şimdiki adı Cordoba Katedrali) Kurtuba Camii'ne gittim. Yine basit bir mimari. 850 adet sütun mekanın büyüklüğünü algılayamamaya yol açıyor. Katedrale çevrilirken bir miktar da sütunun kesildiği biliniyor. Bir saate yakın yarı hayal yarı uyanık gözlerim ortalarda dolandı. 



Zamanın kısıtlı arzı talebi karşılayamadı. Gerçek dünyaya açılan kapıdan geçip bir kahve aldım. Kahve ağaçlarının arasında dolanan şempanze, leopar ve vaşaklar arasında gün kendini öğleden sonraya kavuşturdu. Çeşmelerden birinde yüzümü yıkadım. Ayna olsa kendim olmadığımı görürdüm. Yürümeye devam edip bir Endülüs mutfağı deneyimi yaşamak üzere başka bir kapıdan girdim.

      Evlerin bazılarında çok güzel avlular çiçekler, ağaçlar ve dekoratif malzemelerle süslenmiş. Üstelik Nisan sonu Mayıs başı bir de festivali var. Bu evlerden bazılarını ücretsiz olarak gezebiliyorsunuz.

       Sonra...Sonra kimsenin uğramadığı bir sokakta yıkık bir binanın basamaklarına oturdum. El Cordobes geldi , o da oturdu. Nurettin Bey'in ise nerede olduğunu ikimiz de bilmiyoruz. Boğaları öldürmekten hoşlanmadığını anlattı. Zaman öyle idi dedi. Keşke her şey şu avlular kadar güzel olsa idi ama değildi diye basamaklarda gözü doldu. Kalabalıklardan uzak bu köşede oğlunu çok sevdiğini söyledi. Kapının birinin ardından bir şempanze çıkıp El Cordobes'in traje de luces'ini çalıp kaçtı. Ben yerimden kıpırdayamadım. El Cordobes aldırmadı. 

      Cordoba'da birileri mızıka ile klasik bir parça çalıyor. Nehir yıllardır aktığı gibi Roma köprüsünün altından akıp geçiyor...



İpuçları:

* Cordoba Cami'ne 08.30 - 09.30 arası giriş ücretsiz.
* Alcazar Sarayı perşembe günleri 18.00'den sonra ücretsiz.
* Nisan sonu Mayıs başı Cordoba için en güzel günler.
*Aşık olmak güzel şey şu ayrılık olmasa !


28 Haziran 2024 Cuma

 ENDÜLÜS DİYARI - SEVİLLA - 4. ve 5. GÜN

    O gün Guadalquivir nehrinin akıntısını durduran bir şey oldu. Sevilla şehri tren istasyonuna vardığımda insanların panik hallerinden hissediyordum. Yüzyıllardır bu şehrin can damarı olan nehrin durması elbette hayatı etkileyecekti. İnsanlar henüz durduğunu görmemiş ama bunu içlerinde hissetmişti. Belki de nehirde kano yapanların artık daha hızlı  ya da baktıkları yöne göre daha yavaş gittiklerinden hissetmiş ama anlam verememiş olabilirlerdi. Ya da kaldı ise bu nehirde balık tutan bilge balıkçılar, balıkların kaybolduğundan, ürküp kovuklarına çekildiklerinden anlamış olabilirlerdi. Peki ya Cordoba ?...Eğer nehir burada durdu ise orada da durmuş olmalı idi. Bunu da orada Antik Roma Köprüsünden geçerken, gitarını hüzünlü melodilere yol vermiş olan müzisyenden mi anlarlardı, yoksa Kurtuba Camisi'nin bundan 700 yıl önce minaresine çıkıp, olayları önceden kestiren müezzinin sesinden mi anlarlardı, o da başka bir hikayenin anlatısı...


    Otel şehir merkezinden oldukça uzaktı. Vakit kaybetmemek adına taksi ile gitmeye karar verdim. Şehir büyük bir alana rahatça yayılmış. Sanki iri yarı bir insanın koca bir kanepeye, kolları bir yana ayakları bir yana, kafası bir yana oturduğu gibi. Taksicinin tabiri ile nüfus bir milyonu geçmezmiş. Vikipedia'ya göre iki milyona yaklaşmış. Otele yerleştikten sonra otelin servis aracı ve metro ile şehir merkezine kısa bir gezi yaptım. Hava kapalı, şehir beni pek sarmadı. Bir tuhaflık kokusu. Yarın Sevilla Katedrali ve Alcazar Sarayı'nı gezeceğim. Bugün yanlarından ve sokaklarından hafifçe yürüyüp şehri kokladım. Çok geç kalmadan, sıradan bir yemekle geçiştirip otele geçtim.



     Otel odasına girer girmez nefesim kesildi. Nefes almakta zorlanıyordum. Sanki bir zindanda ve hareket edemiyordum. Daha fazla dayanamayıp otelin bahçesine inip derin derin nefes almaya ve bahçenin sağından soluna, aşağısından yukarısına yürümeye çalıştım. En sevdiğim müzikleri açıp kulaklıklarımı taktım. Kulaklarımın bile nefes alamadığını hissedip çıkardım. Havadaki yağmur öncesi kokusunu duyumsamaya çalışırken ciğerlerim ona da isyan etti. Yaşadığım şehre dönmek, sevgilime, sevdiklerime doğru akma isteği ama bu akıntının hayatça durdurulduğu duygusu, demir parmakların arkasında kabullenme zorluğunu dayattı. O sırada içimdeki tüm balıklar kaya kovuklarına kaçtı, balıkçılar oltalarını toplayıp evlerine gitti. Kanocular nehre inmekten vazgeçti. Ülkemin tüm neşeli insanları suratlarını öne eğip banklara oturdu ve karıncaların yuvalarına yiyecek götürüşlerini seyretmeye başladı; eğer şanslı iseler.



     Sabah yağmurlu ve kapalı bir havaya uyandım. Amacım bugün şehir pazarlarından bir ya da bir kaçını gezmekti. Fakat şehre indiğimde pazarların ve hatta dükkanların kapalı olduğunu gördüm. Önce anlam veremesem de sonra günlerden 1 Mayıs olduğunu hatırladım. Nehir durunca işler de durmuştu. Yapacak bir şey yoktu. En azından işçiler bayram yapabilirdi. Keşke bir çay demleyebilseydim, derdimi hafifletirdi.


     Sevilla Katedrali dünyanın en büyük üçüncü kilisesi. Kulesine çıkmak içerisindeki işlemeleri, tabloları, turistleri, inananları izlemek uzun zamanınızı alabilir. Alcazar Sarayı bahçeleri ile birlikte devasa bir saray. Tüm Endülüs müslümanlarının sarayları gibi basit, huzurlu, bahçe ve su havuzlarından oluşan çok bölmeli bir yapı. İkisine de önceden internetten bilet alınabilir. 

    Sevilla'nın dar sokaklarına daldığımda içimdeki kasveti bir nebze hafifletebileceğini umduğum bir restoranın küçücük masasına oturup, bir kaç tabak tapas ve sangria söyledim.




       Sonra...Sonra o sımsıkı tuttuğum parmaklarının yazdığı, öpmeye doyamadığım ağzından çıkan ayrılık mesajlarını görüp, sözlerini duyunca anladım Guadalquivir'in neden akmadığını. Neden balıkların kaya kovuklarına çekilip, balıkçıların gittiğini, pazarların kapandığını, insanların üzgün suratlarını. İçimdeki nehrin kaynağı kesilmiş, içimdeki ve dışımdaki dünya durmuş.

     Sonra...Sonra o küçük karıncalardan başladı yine hayat. O derin, yeryüzünün, başkalarının ve hatta senin bilmediğin dünyalarında kıvrımlı, dolambaçlı yuvalarında, her şeyden, herkesten sakladıkları küçücük ama kocaman bir hayat sırrı ile. Ona dokunarak, ondan güç alarak. Güçlü, kadim ve ufacık bir adımla...

   Nehrin geçtiği diğer şehre doğru ilerlemekten başka bir yol yoktu. Su hala varsa umut da vardı. Nehir her şeye , ağaç kütüklerine, kayalara rağmen akabilirdi. Sonuçta Cordoba efsanevi bir şehirdi.





 



9 Haziran 2024 Pazar

 ENDÜLÜS DİYARI - RONDA - 3.GÜN


Malaga'daki hücre otel odamdan sabahın erken saatlerinde kalkıp, bir pazartesi sabahı, yıllarca hapiste kalmış ya da teskeresini alıp nizamiyeden adımını dışarı atan asker gibi, vücudu diri tutan ama üşütmeyen bir havada tren istasyonuna doğru yürümeye başladım. Bugün Endülüs Diyarının çok da bilinmeyen bir kentine doğru yolculuk var. Tecrübe etmediğimden nasıl da olacağını çok öngöremediğim bir tren seyahati ile varmayı umuyorum. Ana tren istasyonunda vardığımda hiç ummadığım kadar kolay bileti aldım ve beklemediğim kadar dakik ve konforlu bir trende buldum kendimi.

Sadece bir aktarma ile yaklaşık 2-2.5 saat on binlerce irili ufaklı, genç yaşlı zeytin ağaçları arasından saatte 150 km'ye varan süratle ilerledik. Koltuklar rahat, insanlar kendi halinde, sessiz. Ronda'ya varır varmaz Sevilla biletini alıp bu konuya kafa yormamaya karar verdim. Zihnim zaten birbirine dolanmış yılanlarla dolu. Hepsi birbirini ısırır. Zihnimdeki bu karmaşadan kurtulmak umarım bir gün nasip olur. Çünkü nereye gidersen git dünyan zihnin kadar.

Hava bayağı soğuk. Önce nedenini anlayamadım. Oysa burası 700 mt yükseklikteymiş. Otele vardığımda Malaga'daki küçüçük ve zor nefes alan odadan, aydınlık, ferah, geniş, sokakla barışık bir odaya kurulmanın keyfi geldi. Çok da rehavete kapılmadan ayaklarıma yol verdim.

Gittiğim çoğu şehirde boğa güreşi arenası vardı. Hepsi müzeleştirilmiş anladığım. Ronda'da içine girmedim ama hediyelik eşya satan mağazası hoşuma gitti. Ana aks üzerinde yürürken tabii ki açlık kendini hatırlatmaya başladı. Google haritalarda biraz vakit geçirdikten sonra El Lechuguita diye bir yer buldum. Gittiğim de ne göreyim küçücük bir dükkan ve bir sıra. Beklemeyi kafaya koydum. Ve bir sırayı iyi ki de beklemişim diyeceğim, unutulmaz bir ziyafet. İki kadeh şarap ve 18 çeşit tapası yerken hiç zorlanmadım ama inanılmaz bir keyif aldım. Fiyatlar normal dükkanların 1/3 ü ama lezzetleri 2 katı. Gayet tatmin olmuş şekilde Ronda'nın alemet-i farikası köprüsüne doğru devam ettim... 





İki devasa kaya bloğunu birbirine bağlayan zarif ama güçlü bir köprü. Neresinden bakarsan bak seyretmeye doyamıyorsun. Köprünün merkeze yakın tarafından vadiye doğru inip dereye ayaklarımı sokup Roma ve Kartaca ordularının seslerini dinledim. Sonra diğer ayağının olduğu yere doğru sokaklardan tırmanıp, vadiyi sokak müzisyenin yumuşacık melodileri eşliğinde dakikalarca seyrettim.



Sonrası dondurma, kahve, çıkan soğuk rüzgar ve akşamları boş sokaklar. Ronda, zihnimde dolanan binlerce bir yere ulaşamayan düşüncenin içinden birini seçip, hayatla bağlamış, kendi köşesinde bir saat ritmi, sokak sanatçısının hafif, huzurlu, kendinden emin melodisi gibi, daha fazla sorgulamadan akıp giden bir şehir.

Bir Ronda kurmak hasretimle...



2 Haziran 2024 Pazar

 

Endülüs Diyarı / Malaga - 2.Gün


Sabah gözümü açtığımda, odanın küçük, sokağa yakın penceresinden gün ışığı girmeye başlamıştı. Gece 01.30 civarını bulan yatağa girişim, 27500 adımlık bir yürüyüşten sonra kolay bir uyku getirmişti. Yeni bir gün yeni keşiflerin heyecanını, uzun aylar boyunca sevgiliye her sabah "günaydın" demiş iken şimdi diyememenin ve duyamamanın acısı ara ara kesiyordu. 10 gün boyunca birbirimizden haber alamayacaktık.

Seyahatlerim öncesinde, uzun uzun okumalar, araştırmalar yapmak çok hoşuma gitmez. Kendiliğine bırakır, ayaklarımın, burnumun, gözlerimin beni sokaktan sokağa götürmesine izin veririm. Bu sefer Endülüs'teki müthiş yapıları görmek biraz da tasarruf etmek için önceden araştırma yaptım. O yüzden çok oyalanmadan, sadece pazar sabahı 08.30 - 09.30'da ücretsiz olan Malaga Katedraline gitmeliyim.

Otelden çıkıp, buradan eskiden bir nehir aktığını hatırlatan köprülerden birinden geçip, sessiz sedasız caddeyi yürüdüm. Bir bahar sabahı hafifliğinde katedrale vardım. Heybetli kapının önünü, orta yaşını hafif geçmiş, sırtında kambur ile birlikte gelen sakinliği ile süpüren kadına, girip giremeyeceğimi sorduğumda buyur etti. Bence o kadına rastlayan herkes olumlu bir yanıt alırdı. Kapının önünde bekleyen insanlar da benim ardımdan girdiler. Kadın süpürmeye devam etti. 


Bir süre sonra cemaat toplanmaya ve pazar ayinin ilk duaları duyulmaya başladı. Ortodoks ayinleri Katolik ayinlerinden bana daha yakın gelir. Belki de eski bir Ortodoks kenti olan İstanbul'dan dolayı aşinalığım vardır. Yarım saat sonra içimi bir karamsarlık kaplamaya başladığından kendimi sokağa attım. 

Sokaklar hala sessiz, uyanan halk kiliselerde günün ve ömürlerinin geri kalanı için duada. Belediyenin araçları sokakları yıkıyor. Size hep güzel şeyler söyleyecek değilim sevgili okur. Yıkıyorlar çünü buranın sokakları sabah tuvalet kokuyor. Şu genel izlenimimi de buraya bırakayım; sokakları sabah tuvalet kokan şehirlerde geceleri çok içiliyor ve geç yatılıyordur. 

Seyahat ederken ana motivasyonumlarımın başında lezzetler gelir. Ama bu motivasyon bazen beni kilitler ve yeni ve güzel lezzetler bulacağım diye bazı şeyleri görmeyebilir ve atlayabilirim. Bugun kendime "dur" dedim. Uyanalı bayağı olmasına ve henüz kahvaltı etmememe rağmen sokakları dingin şekilde dolaşmaya devam ettim. 

Saray ve kalenin olduğu Alcazaba katedrale çok yakın. Bu şehrin iki önemli yapısı aynı aks üzerinde. Araştırmalarım sonucu Alcazaba'ya da pazar günü 14.00'den sonra ücretsiz girebileceğimi öğrendiğimden, önündeki Roma tiyatrosunda turistlerden önce gezen sincabı bir müddet, çam baştankarası, serçe, kumru, keşiş papağanları sesleri eşliğinde izledim. Sanırım Romalılardan yeterince ceviz toplayan sincap bir müddet sonra evine gitti. Ben de şehrin göbeğinden çıkıp gerçek Malaga'yı görmek için adımlarımı kuşların cıvıltısına uydurdum. Küçücük ama önünden biri geçse, taze çekilmiş çekirdekten yapılma sabah kahvesinin kokusuna takılmaktan kendisini alamayacağı dükkanın önünden ben de geçip gidemedim. Önündeki banka oturup parkı seyretmeye koyuldum. Çok da şey etmeden, öylesine...



Artık iyice yerel halkın oturduğu, alışveriş yaptığı, hatta pazar ayininden sonra topluca kahvaltı edip sohbet ettiği sokaklardaydım. Birden çocukluğumdaki pazar kahvaltılarımız aklıma geldi. Babam, annem, anneannem, kız kardeşim ve ben. Babamın tam pişmemiş yumurtanın kafasını çay kaşığı ile kırıp hüpleterek yumurtayı yemesi o zamanlar sinirlerimi harap etse de artık böyle bir şeyin olamayacağı ne de babamın bana bağırmasının üzüntüsünü üzerimden almaya çalışan anneannemin bana sarılamayacağı yıllara gelmiştik. 



O yüzden en sevimli en cana yakın en samimi duran yere girdim. Kendime torunları ile beraber oturan büyük bir ailenin yanındaki masayı seçtim. Meşhur İber domuzunu özenle kesen yerin de sahibi olan adamı de görecek şekilde konuşlandıktan sonra efkarlanıp güzel bir sandviç ve kahve söyledim. Ölenlere rahmet kalanlara afiyet...





Bugun pazar. Ama bütün pazarlar kapalı. En sevdiğim aktivitelerden biridir pazarları dolaşmak ama Malaga'da kısmet olmadı. Artık bir sonraki şehire kaldı. Saat 14.00'e yaklaşıyor. Alcazaba'ya gidip tepeye doğru çıkmanın zamanı. Güneş tepede. Bahçelerin, surların, küçük büyük süs havuzlarının ve akan suların arasında Malaga'yı yukarıdan görmeyi başarıyorum.




Malaga plajları da biliniyor. Buraya kadar gelmişken Akdeniz'in tuzunun vücuduma nüfus etmesi için ünlü Malagueta plajına yürümeyi düşünüyorum. Önce bir tapas bara kurulup bir kaç sey denesem fena mı olur? 





Carpacio ahtapot, guacomele ve acılı soslu karides







Plaja indiğimde biraz dinlenmek için kumlara uzandım. Denize giren yoktu. Dedektörü ile bir adam tam teçhizatlı olarak meditasyon yapar gibi ızgara biçiminde sonra diyagonal ve her santimetreyi atlamadan kumları tarayıp, bulduğunu eleğinden eleyip, torbasına atıyordu. Öyle dalmışım ki, yorgun ayaklarıma elleri ile bastırıp "massageee" diyen yaşlı uzakdoğulu teyzeden önce korktum. "Massageee, 10 euro" yu  neden reddettiğimi şimdi hala anlayamıyorum. Kadın ısrarla aynı dilde buluşamasak da ayakların da sorun var, gel direnme çok iyi gelecek diyip diyip durdu. Güzel de olurdu, hele havanın iyice bozduğunu , kumları tarayan amcaya takıldığımdan fark etmediğimden güzel bir son kazandırırdım. Olmadı. Toparlandım ve geleceği belli olan yağmurda ıslanmamak için hızlı bir yürüyüşe geçtim.


Hızla değişen hava bir köşede vaktinin gelmesini bekleyen kasvetimi ortaya çıkardı. Saatler 19 civarına gelmişken, biraz ıslanarak hızlıca bir restorana oturdum. Mürekkep balığı soslu paella tam bir hayal kırıklığı idi. Yağmur sonrası sokaklarda son adımlarımı atıp bulunduğum ruh halini kabul ederek, Malaga'daki son gecemde uykuya daldım...




İpuçları:

·       *  Malaga Katedrali / Pazar 0830-0930 ücretsiz

·       * Alcazaba / Pazar günleri saat 14.00’den sonra ücretsiz

·       * Malagueta Plajı’nda yaşlı teyzeye rastlarsanız verin 10 euroyu









26 Mayıs 2024 Pazar

 Endülüs Diyarı / Malaga - 1. Gün


700’lü yıllarda yükselen İslam’ın halife devleti Emeviler, Kuzey Afrika’yı fethedip gözünü Avrupa topraklarına çevirmiştir. Doğuda Konstantinopolis’a akınlar düzenlenirken, batıda Afrika’nın uzanıp uzanıp dokunamadığı şimdiki İspanya’nın en güney ucuna gemilerini göndermek üzeredirler.

Akdeniz ve Atlas’ın güçlü  rüzgarlarından fırsat bulunan günlerden birinde, tuzlu dalgalar ile birlikte gemiler İberya’ya ulaşır. Kıyılar daha önce de Kartaca’lılardan bildiği coğrafyanın insanlarını kendini istila etmiş gibi görmez. İberya halkının şehirleri 700 yıl süren mücadele ile dolu yıllarda, farklı bakış açıları ile yoğurulur. 




İkona, fresk dolu, tütsü kokan kiliseler yerlerini, basit, motiflerle bezeli, akan su sesleri ve büyük bahçelerle iç içe cami ve saraylara bırakır.

Zaman uzun sürse de  coğrafyaya egemen olan bu medeniyetin de sonu bir gün gelir. Reconquista amacına ulaşır ve İspanyol halk topraklarını yeniden ele geçirmesini anıtsal katedraller yaparak, sarayları ve bahçeleri yeniden yorumlayarak, yeni topraklara yelken açarak kutlarlar.

700 senede, halkların birlikteliklerinin bu muhteşem coğrafyaya etkilerini görmek, yakarış dolu tınılarını duymak, damak ve dilimde tatmadığım yiyeceklerin diyeceklerini dinlemek için Endülüs diyarına seyahat etmek süslü hayallerimden biri idi. Böylesi bir deneyim ancak uzun uykulardan uyanılan renkli bir ilkbahara yakışırdı.

İnsanın başına gelmesinden endişe duyacağı bir olayda, güveneceği birinin , bir şeyin olduğunu bilmesi onu güçlü kılar şüphesiz. Mesela bir şehirdesin bilmediğin, daha önce hiç gelmemişsin. Hava kararmaya başlamış. Şehrin, bütçenin yettiği bütün otelleri dolmuş. Üstelik yorgunsun, çabaların sonuçsuz. Bir sokak köşesindesin. Bavulun ve bütün gün ayakkabının içerisinde, kokmadan durmayı başarmış ama yorulmuş ayaklarınla. Ve diyorsun ki en kötü daha çok para verir daha çok yıldızlı bir otelde bu geceyi geçiririm. Evet bunu yapabilecek paranın olduğunu bilmek sana güç verir. Ama asıl güç kendine ve hayata güvenmektir. Eğer otel bulamazsam şu koca katedralin bir basamağını yatak, ayakkabılarımı yastık yapar, sabaha çıkarım deme cesaretidir.

Cumartesi geceleri Malaga çok kalabalık olurmuş, öğrendim. Üstelik İspanya’da konaklayacaksanız, önceden rezerve ettiğiniz oda ve yatak biçiminin değiştirilmesi diğer ülkelerden daha yüksek olasılıkmış, gördüm.




Buraya Sofya’dan, sevgilimi ardımda bırakarak geldim. Hüznün ağırlığı ve uzun yolculuğun yorgunluğu üzerimde. Bir katedralin basamağını yatak yapabilecek kadar da cesur değilim henüz. O yüzden rezerve ettiğimden farklı olduğu için iptal ettiğim odanın yerine maalesef çok daha kötü bir odayı yüksek bir meblağ ödeyerek kiralamak durumunda kaldım. Saat 22’yi buldu ama yeni bir şehri keşfetmenin heyecanı, yeni tatlara aç olan bir mide, ağız şapırtısı ile birleşince ayaklar mecbur oldu. Ah bu ayaklar. Akılsız başın da aç midenin de damak zevkinin de yükünü çeker.

Yeni bir şehrin ilk defa sokaklarını yürümeye başlamak ne keyiflidir. Gözleriniz keşfetmek için deliler gibi inceler. İşte bak burada koca bir nehir varmış zamanında. Unutup gitmiş bu şehri. Köprüleri bırakmış ben buradaydım diye hatırlatmak için kalanlara. Kalana zordur zaten. Acıyı da unutmak lazımdır yoksa yaşayamazsın. Bu şehrin insanları da yaşamak için sokakları doldurmuş, birbirlerine neşeli hikayeler anlatıyor, renkli tabaklardan ve koyu kan kırmızı şaraplardan içerek kuruyan nehri unutmaya çalışıyorlar.






Bir an önce güzel bir yere oturalım diyen midem, kriterlerimize göre arama yapan gözlerim. Pek mümkün değil, her yer tıka basa dolu. Limana iniyorum. Kocaman, uzun bir yürüyüş yolu var. Özellikle gemi ile gelen turistler burada. Çok durmadan yerel halkın gittiği bir mekan aramak için iç bölgelere geçiyorum. Tam ümidi kesecek iken müthiş kokuların geldiği bir tapas bar çarpıyor gözüme. Bu sefer şansımı zorluyorum ve bana barda bir kişilik masa veriyorlar. Bar dediğime bakmayın. Bildiğimiz şekilde değil bu barlar. Evet içki var ama asıl rol küçük tabaklarda ya da bir dilim ekmeğin üstünde sunulan yiyeceklerde. Barın önünde orta büyüklükte bir mangal. Mangalcıbaşı bir ahtapotu atıyor, sosisleri alıyor, bir kaburga atıyor, pirzolaları koyuyor. Yaşlı amcalar 1-2 tapas eşiğinde şaraplarını yudumluyor. İspanyolcam yok. Yemeklerin içerisinde ne olduğunu anlamak biraz stres yaratsa da verdiğim kararlar mükemmel. Domuz parçaları olan güveçte bakla, tereyağında karides, chorizo ( baharatlı domuz sosisi) ve 2 bardak bira…

Midem, gözüm, aklım “eyvallah” yatabiliriz dedi ayaklarıma.

İyi geceler…


İpuçları:

* Malaga cumartesi geceleri aşırı kalabalık. Konaklama için önceden rezervasyon yapın ve fiyatların daha yüksek olduğunu not edin.

* İspanya'da yemek yiyecekseniz saat 20.00-22.30 arası yerler çok yoğun. Daha önce ve daha sonra rahat edebilirsiniz.

* Malaga havaalanından merkeze trenle ulaşmak çok kolay.