26 Mayıs 2024 Pazar

 Endülüs Diyarı / Malaga - 1. Gün


700’lü yıllarda yükselen İslam’ın halife devleti Emeviler, Kuzey Afrika’yı fethedip gözünü Avrupa topraklarına çevirmiştir. Doğuda Konstantinopolis’a akınlar düzenlenirken, batıda Afrika’nın uzanıp uzanıp dokunamadığı şimdiki İspanya’nın en güney ucuna gemilerini göndermek üzeredirler.

Akdeniz ve Atlas’ın güçlü  rüzgarlarından fırsat bulunan günlerden birinde, tuzlu dalgalar ile birlikte gemiler İberya’ya ulaşır. Kıyılar daha önce de Kartaca’lılardan bildiği coğrafyanın insanlarını kendini istila etmiş gibi görmez. İberya halkının şehirleri 700 yıl süren mücadele ile dolu yıllarda, farklı bakış açıları ile yoğurulur. 




İkona, fresk dolu, tütsü kokan kiliseler yerlerini, basit, motiflerle bezeli, akan su sesleri ve büyük bahçelerle iç içe cami ve saraylara bırakır.

Zaman uzun sürse de  coğrafyaya egemen olan bu medeniyetin de sonu bir gün gelir. Reconquista amacına ulaşır ve İspanyol halk topraklarını yeniden ele geçirmesini anıtsal katedraller yaparak, sarayları ve bahçeleri yeniden yorumlayarak, yeni topraklara yelken açarak kutlarlar.

700 senede, halkların birlikteliklerinin bu muhteşem coğrafyaya etkilerini görmek, yakarış dolu tınılarını duymak, damak ve dilimde tatmadığım yiyeceklerin diyeceklerini dinlemek için Endülüs diyarına seyahat etmek süslü hayallerimden biri idi. Böylesi bir deneyim ancak uzun uykulardan uyanılan renkli bir ilkbahara yakışırdı.

İnsanın başına gelmesinden endişe duyacağı bir olayda, güveneceği birinin , bir şeyin olduğunu bilmesi onu güçlü kılar şüphesiz. Mesela bir şehirdesin bilmediğin, daha önce hiç gelmemişsin. Hava kararmaya başlamış. Şehrin, bütçenin yettiği bütün otelleri dolmuş. Üstelik yorgunsun, çabaların sonuçsuz. Bir sokak köşesindesin. Bavulun ve bütün gün ayakkabının içerisinde, kokmadan durmayı başarmış ama yorulmuş ayaklarınla. Ve diyorsun ki en kötü daha çok para verir daha çok yıldızlı bir otelde bu geceyi geçiririm. Evet bunu yapabilecek paranın olduğunu bilmek sana güç verir. Ama asıl güç kendine ve hayata güvenmektir. Eğer otel bulamazsam şu koca katedralin bir basamağını yatak, ayakkabılarımı yastık yapar, sabaha çıkarım deme cesaretidir.

Cumartesi geceleri Malaga çok kalabalık olurmuş, öğrendim. Üstelik İspanya’da konaklayacaksanız, önceden rezerve ettiğiniz oda ve yatak biçiminin değiştirilmesi diğer ülkelerden daha yüksek olasılıkmış, gördüm.




Buraya Sofya’dan, sevgilimi ardımda bırakarak geldim. Hüznün ağırlığı ve uzun yolculuğun yorgunluğu üzerimde. Bir katedralin basamağını yatak yapabilecek kadar da cesur değilim henüz. O yüzden rezerve ettiğimden farklı olduğu için iptal ettiğim odanın yerine maalesef çok daha kötü bir odayı yüksek bir meblağ ödeyerek kiralamak durumunda kaldım. Saat 22’yi buldu ama yeni bir şehri keşfetmenin heyecanı, yeni tatlara aç olan bir mide, ağız şapırtısı ile birleşince ayaklar mecbur oldu. Ah bu ayaklar. Akılsız başın da aç midenin de damak zevkinin de yükünü çeker.

Yeni bir şehrin ilk defa sokaklarını yürümeye başlamak ne keyiflidir. Gözleriniz keşfetmek için deliler gibi inceler. İşte bak burada koca bir nehir varmış zamanında. Unutup gitmiş bu şehri. Köprüleri bırakmış ben buradaydım diye hatırlatmak için kalanlara. Kalana zordur zaten. Acıyı da unutmak lazımdır yoksa yaşayamazsın. Bu şehrin insanları da yaşamak için sokakları doldurmuş, birbirlerine neşeli hikayeler anlatıyor, renkli tabaklardan ve koyu kan kırmızı şaraplardan içerek kuruyan nehri unutmaya çalışıyorlar.






Bir an önce güzel bir yere oturalım diyen midem, kriterlerimize göre arama yapan gözlerim. Pek mümkün değil, her yer tıka basa dolu. Limana iniyorum. Kocaman, uzun bir yürüyüş yolu var. Özellikle gemi ile gelen turistler burada. Çok durmadan yerel halkın gittiği bir mekan aramak için iç bölgelere geçiyorum. Tam ümidi kesecek iken müthiş kokuların geldiği bir tapas bar çarpıyor gözüme. Bu sefer şansımı zorluyorum ve bana barda bir kişilik masa veriyorlar. Bar dediğime bakmayın. Bildiğimiz şekilde değil bu barlar. Evet içki var ama asıl rol küçük tabaklarda ya da bir dilim ekmeğin üstünde sunulan yiyeceklerde. Barın önünde orta büyüklükte bir mangal. Mangalcıbaşı bir ahtapotu atıyor, sosisleri alıyor, bir kaburga atıyor, pirzolaları koyuyor. Yaşlı amcalar 1-2 tapas eşiğinde şaraplarını yudumluyor. İspanyolcam yok. Yemeklerin içerisinde ne olduğunu anlamak biraz stres yaratsa da verdiğim kararlar mükemmel. Domuz parçaları olan güveçte bakla, tereyağında karides, chorizo ( baharatlı domuz sosisi) ve 2 bardak bira…

Midem, gözüm, aklım “eyvallah” yatabiliriz dedi ayaklarıma.

İyi geceler…


İpuçları:

* Malaga cumartesi geceleri aşırı kalabalık. Konaklama için önceden rezervasyon yapın ve fiyatların daha yüksek olduğunu not edin.

* İspanya'da yemek yiyecekseniz saat 20.00-22.30 arası yerler çok yoğun. Daha önce ve daha sonra rahat edebilirsiniz.

* Malaga havaalanından merkeze trenle ulaşmak çok kolay.

23 Mayıs 2024 Perşembe

 

Gündüz düşlerimi astım,
ılgın ağacının gölgesine.
Tepelerden gelen adaçayı kokusunu,
bıçak gibi kesiyor kayalıklar.

Nereye dönersen dön yüzünü,
denizlerim sana doğru yükseliyor.
Esen rüzgar, kayalarla kesilmiş adaçayı kokuları.
Canlandırıyor düşlerimi,
ılgın ağacının gölgesinde.
Sana doğru.






27 Mayıs 2016 Cuma

Kıyılarına vurdum sessizce, aniden.
Rüzgarsız bir gecede
Bilemedin kim olduğumu
Yosun dudaklarımla öptüm seni
Bütün içimi dökmek istedim.
Balık gözlerimi,
Çakıl taşlarımı,
Deniz fenerlerimi,
Kürek mahkumu forsalarımı.
Hepisini bil.
Sar yaralarımı.
Martı kanatlarımı....

13 Mart 2014 Perşembe

Tarlamızda açan düşlerimiz !

Dile kolay...Tam 12 yıldır hayal ettim. Toprağa dokunmayı... Ben orada olmasam da bilmek istemeyi; bir yerlerde rüzgarın, ağaçların yapraklarının arasından esip geçtiğini, uçan kuşların dinlenmek için dallarına konduğunu, belki geceleri bir tilkinin, bir domuzun orada dinlendiğini....

Bir insan ömrü için uzun ve yorucu bir yol yürüdüm. Düştüm, tökezledim ama yılmadım. İstediğim,  insanoğlunun modern ve türevleştirilmiş düzeninden uzaklaşmak, sadece basit olanı yapmak, bir dağın başında, öz olmaktı. Bir karıncanın yürüyüşünü saatlerce izlemekti.





Şimdi herşey yeni başlıyor.
 Bu yürüyüşte beni yalnız bırakmayan anam, babam, kardeşim, dostum.
Hep gücünü hissetiğim Allah'ım,
Yaprakların arasından esecek rüzgar,
Dallara konacak kuşlar,
Gece beraber yıldızları seyredeceğimiz tilki,
Yuvasına yiyecek taşıyan karınca,
Seviyorum sizi.......


8 Ağustos 2013 Perşembe

İznik Gölü'nde Huzur

İstanbul'a çok yakın. İmparatorluklara başkentlik yapmış, konsüller toplanmış. İki sıradağ arasında saklı bir hazine. Hala gözlerden uzak. Sakince keşfetmek ve keşiflerini içlerinde saklamak isteyenler için şarkılar söylüyor kulaklarımıza...
 
 
 Huzur içinde göl kenarında eşsiz birkaç gün yaşamak, bir kervanın geçisini uzaklardan seyretmek, yüzyıllar öncesi kadim bilge bir şehirin yanıbaşında...
 






Yazın gölde yüzmek, kışın şömine başında kitap okumak...
 
 

Tarihi şehire kısa bir tur, dağlarda gezinti...
 
 

Ilıcada sıcak su keyfi, tariflerini bulamayacağınız yemekler, dostluklar...
 
Hepsi, daha fazlası ve bilgi için  dustarlalari@gmail.com 'a mail atınız.
 
 

18 Temmuz 2013 Perşembe

Londra'ya Doyamadım-2 !

Ne yesem ne yesem ?

Tayland lokantasında kızarmış ördek yesem. Çıtır çıtır. Tayland ve Çin mutfağını bir gün orjininde de yemek kısmet olur inşallah.

 
 
İngiltere'ye gelip fish&chips yememek olmazmış. Buyrun size iki ayrı fotoğraf. Birini Betül (birasız olan) birini de ben Leicester'da meydana bakan bir fish&chips lokantasında yedim. Mezgit ve morina balığından yapılıyor. Bol yağda kızartıldığından ben kızarmış dış kabuğunun bir kısmını soyup, lop beyaz eti, patates ve bira ile götürdüm. Haftada bir yenir. Cuma akşamı iş çıkışı bu menü ile oturup 8-9'a kadar takılınıp, evde Irish Cream'li çay ile güzel film seyredilir. Odanın camı açılırsa ve bir de esen rüzğar var ise tam mayışmalık olur.
 







Üniversite hayatımda sosisli üzerine eğitim yapmış olduğumdan, yurtdışında gerçek bir sosisli sandviç yeme konusu beni her zaman heyecanlandırmıştır. Çocukluğumuzda fimlerde seyrettiğimiz el arabalarında satılan, her türlü sosu bulabileceğiniz sosisli sandviçler hayallerimizi süslemiştir. Ne kadar evde sosisli partileri yapsakda iyi malzemeyi bulamayınca bir yerde takılıyorsunuz. Bizim genç iken çok fazla tartıştığımız, sosisin sandviç içindeki yerinin en altta ve sonra sos ve malzemeler mi yoksa malzemeler altta sosis üstte mi olması konusu, yurtdışında çok daha efektif bir durumla çözülmüş. Sandviçi ikiye ayırmadan ortasını deliyorlar ve sosisi yerleştiriyorlar. Ala ! Bu benim her zaman savunduğum sosisin altta ve sosun üstte olması tezine daha yakın bir sonuç. Çünkü ben sandviçi ısırırken sosisin sandviçten fırlamasına tahammül edemem. O sandviçi orda bırakıp da gidemem. Bu daha fazla peçete tüketmeme neden olur. Üç yerde yediğim sosisli çok güzeldi. Biri aşağıda fotosunu bulabileceğiniz Portobello pazarında Alman teyzelerden yediğim, diğeri British Museum önünde yediğim, son olarak da Jamie Oliver'in sosisli sandviç dükkanında yediğim. Jamie sadece sosisli yapan zincir açmış. Çok fazla görmedim ama başarılı. Başka bir yerde sosisli sandviç  yemedim sanırım; demek ki tüm sosisli sandviçleri beğenmişim:) Yok yok ilk gün saçma sapan bir yerde yemiştim; o kötüydü.

Son gün bu kadar emek verip sokaklarını yürümüşlüğümüzün, önümüze  çıkan hiçbir yemeğe burun çevirmeyişimizin mükafatını fazlası ile gördük. Karşınızda Borough Market ve onun harikaları...

Borough pazarının adını duymuştum ama inanın bu kadar da olmaz. Tam da demo gününe denk gelmişiz (perşembe). Aşağıda fotoğraflarını göreceğiniz ürünlere ağzım açık dolaşarak baktım. Son günlerde olmamız nedeni ile paramız azalmıştı. Ama gereken herşeyi yaptık. Özellikle deniz ürünleri beni hayran bıraktı. Çiğ istridye ve deniz tarağı yeme tecrübem yoktu. Deniz tarağının çok güzel olduğunu söyleyebilirim.


Deniz ürünleri ne ararsanız...






Mantarın onlarca çeşidi...





 
Prosciutto; el emeği göz nuru...
 
 
 
Pie'lar....
 
 
 
Biz yedik Allah arttırsın. Sofrayı kuranlar kaldırsın...



10 Temmuz 2013 Çarşamba

Londra'ya Doyamadım-1 !

Kafamı nereye çevirsem tadacak yeni bir lezzet ! Sınırlı bütçeyi unutup, yapabilecek tek şey son penny'e kadar yemek...

Londra'ya gelirken en büyük hayalim gece 03 sabah 09 arası açık olan Smithfield'daki et marketinde kasaplarla birlikte böbrek, sosis, yumurta, fasülye yemekti. Hedefimi çok düşük tutmuşum. Cumartesi günü iner inmez ne yapacağımı bilmez bir halde Sainsbury marketin hamur işi reyonuna daldım. Bu kadar mı lezzetli olabilir sıradan bir marketin içerisindeki ekmek reyonunda kremalı, bademli, meyveli hamur işleri? İngiltere'ye göre hem ucuz hem de açlığınızı rahatlıkla bastıracak kaliteye sahip. Portobello marketin kapanışına yetişebilmemize rağmen, geç kalmışlığı son sosisleri kalan bir el arabasından sosisli sandviç alarak telafi etmeye çalıştık. Sonuç berbat...

Konakladığımız Bayswater'da bir Tayland restoranını gözüme kestirmiştim. Kestirmekten öte içeri girmemek için zor tutmuştum kendimi. Market dönüşü içeri daldık. Bu seyahatte tüm sınırlamaları kaldır diye ayarlarımı düzenlemiştim. Onun için menüden ilk tercihim ballı kızarmış domuz oldu. Betül'e de ördek söylemiştik. Ördek domuzdan daha iyi idi. Ayrıca David'in söylediği buharda sebzelerle pişmiş deniz tarağı da favorilerim arasındaydı.

Tayland ve Çin lokantalarının vitrinleri inanılmaz çekici oluyor. Kendi adıma her lokantadan içeri giresim geldi.





Pazar günü sunday roast günü. Orta karar, mahalle arası bir pub'a gittik. İçilecek çok bira vardı. Tadabildiğimiz kadar tattık. Roast'u da son lokmasına kadar götürdüm.


 

Dönüşte Leicester'daki Çin mahallesine uğradım. Değişik ne yiyebilirim derken, bir lokantada salyangozu gördüm. Fakat ufak tadımlık olarak satılan menülerini 17'ye kadar veriyorlarmış. Normal menülerinde de salyangoz yoktu. Yeri kafada sabitleyip ertesi gün kapılarını çaldım. Baharatlarla pişirilmiş salyangoz ve siyah fasülye sosunda midyeyi yerken ağzımın suları aktı, ayıp oldu müşterilere...


Camden Town pazarı. Ortak karar. Gözümüze kestirdiğimiz yiyeceklerden alıp paylaşacağız. İşte sırası ile.

Macar gulaş. Et suyundan geçilmiyor. Ekmek olup banılasım geldi.

Tütsülenmiş dana ve domuz. Bu seyahatte yediğim en iyi yemekler listesine girer. Kaçıncı diye sormayın. Yazarken düşündüm ama sıralama hakkında daha sakin bir zamanda düşünmem gerekecek. Zira bu yazıyı oruçlu ve iftara üç saat kalmışken yazıyorum...



 

Domates ve soğanla doldurulmuş bebek ahtapot , kalamar ve ızagara ahtapot...

Üzerine nutellalı ve maple şuruplu pancake ?