Dışarıda geçen tüm hikayelerime babamı koymuşum. Hiç içeride hikaye anlatmamışım. Oysa annem hep içerdeydi. Bizim kale gibi, hüzünlü, melankolik ama sıcak evimizde. Babamın diktatörlüğü ile yönetilen, ama annemin görünmez hükümdarlığındaki evimizde. Her ay sahibine para ödediğimiz ama aslında bizim olan evimizde. Babam sabah erken ama çok erken dükkana gittiğinde, ev tamamen anneme kalmaz mıydı? Kalmazdı, burada tuzağa düşme sevgili okur. Çünkü ben kardeşim daha doğmadan önce hep evde idim. Okuldan önce, sokakta zamanım geçmedi. Hatta kar yağdığında bile sokağa çıkmadım. Gece sokağa yağan kara bakıp, karların üzerine umarsızca basan ve eriten insanlara camdan söylenerek baktım.
Bizim Saray apartmanımız koskoca bir sokaktı. İki tane cic'annem ve kızları. Hatta bazısının kızlarının çocukları. Bir karşı dairedeki Semiha cic'annemde, kalan zamanlarda iki kat üstteki Neziha cic'annemde. Semiha cic'annenin üç kızı, Sevtap, Oya ve Semra. Neziha cic'annenin ise iki kızı vardı; Ayşe ve Emine. Hikayenin daha başlarında, belki de vurucu bir son yapabileceğim konuyu sana şimdiden söyleyeceğim. Bu konuyu senelerce içimin saklanan dehlizlerinden anca çıkarttım. Daha da fazla kalmasın. Yazının sonuna doğru olması, yıllarca uğradığı haksızlığa bir kez daha uğraması demek değil de nedir? Zaten bu hikaye de anamın hikayesi, rol çalmasın. Ben anladım ki çoook sonradan, Emine Teyze'ye aşıkmışım. Ona öyle hayran, hayatının başında, ne olduğunu tanımlayamadığı bir duygu ile baş ettiğini bile bilmeden, gömmüşüm usulca küçük parmaklarımla daha incecik bir toprak tabakası ile kaplı yüreğime. Tabi yıllar geçtikçe, antik bir şehrin üstünün tepelerle, ağaçlarla örtülmesi gibi örtülmüş. Şimdi bu kutsal hazine, bir küçük çocuğa saygı, hissettikleri adına ve onuruna bir müzede sergilenmesin mi? Emine Teyze deyince, görüntüsü nasıl gelir biliyor musun? 6.kat, 22 nolu dairede, bizim evin melankolik havası aksine neşeli ve eğlenceli ortamında, apartman boşluğuna bakan camın yanındaki yuvarlak masada, sarı saçları, kırmızı kazağı ile yüzünü elleri arasına almış, ikimizin de hasta olduğu bir fotoğraf.
Sen al buradan istersen başka bir hikayeye çık ama ben annemi anlatacağım. Annem çok cesur kadındır. O naif, zarif görüntüsünün altından, hiç ummadığın kaplan yüreği çıkmayagörsün. Ha bu arada nedensiz çıkmaz o cesurluğu. Her şeyi dengededir. Bunu da niye yaptın diyen biri çıkmaz. Bizim apartmanda çaylar, börekler, kekler her hafta birinde (bilmem belki de ikisinde) gırla giderdi. İşte böyle günlerden bazılarında anahtarını evde unutanlar olurdu. Annem apartman boşluğunda, yan daireden diğerine girmenin yolunu keşfetmişti. Birinin mutfağından diğerine atlayınca, anahtarı içeride unutulan evin mutfak balkonuna girer. Eğer mutfak kapısı açıksa kolayca içeri girer, kapıyı açardı. Mutfak kapısı kapalı ise de bir güzel camı kırar yine girerdi. Ha bu arada bir balkondan diğerine atlayacak yürek de bir annemde vardı.
Bak şimdi cesurluğu dedim de, başka bir hikaye daha geldi aklıma. Bir gün ben apartmanın önündeyim. Yaşım ya var on üç ya on dört. Yukarından koşarak ilkokuldan dostum Ergin'in kardeşi Murat iniyor. Abi kurtar diyerek. Arkasında da biri sanırım kovalıyor, ben yaşlarda muhtemelen. Murat'a gir diyorum içeri. Ben müdahale ediyorum. Bunlar oluyor mu bir kişi iken beş kişi. Ben ortalarındayım. Ama baş edemiyorlar benle. Aşağı tarafa gidiyorlar. Aradan biraz vakit geçiyor, bunlar bütün mahalleyi toplayıp üstüme doğru aşağıdan geliyorlar ama nasıl bir kalabalık:) Artık o noktadan sonra, ne olacak derken, annem cama bir çıkar, ne dediği ne yaptığı, o kalabalığı nasıl dördüncü kattaki camdan geri gönderdiğini hafızamı zorlasam da bulamam hala.
Anam anam benim garip anam...Yazdıkça neden bugüne kadar onunla ilgili anılarımı yazmadığımı anlıyorum. Çünkü babam ne kadar dışa dönük ise annem o kadar içinde idi. Babam ne kadar hikayelerle, maceralarla dolu ise annem o kadar kısa, öz, netti. Ortaya anlık çıkar, sorunu çözer ve kabuğuna çekilirdi. Babam ne kadar yüksek sesle bir o yana bir bu yana gidip, bir şeyler anlatsa, bir sonraki hikayeye yollar yapsa; annem o kadar konuşmadan, hatta görünmeden yapacağını yapar çekilirdi. O yüzden de annem hep görünmez kahramandı. Kendi hikayesini anlatmamamı o istemiş gibi gözükmüyor mu? Kimse anlatmasın, kimseye anlatacak malzeme vermesin. O zaman anne, özür dilerim ama oğlun, Kerametli Robinson, Düş Tarlaları'nın hayalperesti, zamansız dünyaların seyyahı, tekrar affına sığınarak, "Belki de bunlar yaşanmamıştır ve ben uyduruyorum" diyerek, senin gizli dünyanı anlatacak.
Aslında anne biliyorsun. Yazılarımın, yarattığım bu hayal aleminin, en başını, tek kuralını sen demedin mi bana? Biliyorum yine kendini her şeyin gerisine çekmek istiyorsun. Sana, çocukluktan anlattığım anılarımda böyle bir şey yok diyerek, yaşadığımız bazı şeylerin, çoğu şeyin ve hatta her şeyin "Bütün bunlar belki de hiç yaşanmamıştır ve ben uyduruyorumdur" sonucuna vardırdığın oğlunun kurduğu evrenin mimarı tabi ki sensin. Cem Karaca bizim evin önüne hiç park etmese de, minarenin arkasında Allah olmasa da; sen bütün anlattığım hikayelerin gizli kahramanı, o hikayeleri yazan, hayatım boyunca dönüp dolaşıp aradığımsın.
Yaşadığın bütün günler kutlu olsun Anam...